yapım aşamasındayız |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
::ŞEYTAN-İ ALEYİNLANE:: |
ŞEYTANIN DİNİ VE GİZLİ YÖNTEMLERİ
Allah Kuran'ın "Dedi ki: "Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım. Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna." (Hicr Suresi, 39-40) ayetleriyle insanın düşmanı olan şeytanın, kıyamet gününe kadar tüm gücüyle insanları kötülüğe sürükleme konusundaki inatçılığını insanlara bildirmiştir.
Ancak kimi insanlar şeytan hakkında gerçeğe dayalı doğru bilgilere sahip değillerdir. Bu nedenle, şeytanın düşmanlığından sakınabilmek için insanın öncelikle yapması gereken onun yöntemlerini, nasıl mağlup edilebileceğini öğrenmek ve tuzaklarına karşı hazırlıklı olmaktır.
Bu konuda ilk bilinmesi gereken ise şeytanın yüzyıllardır savunuculuğunu yaptığı ve insanlara kabul ettirmeye çalıştığı bir "din anlayışı" olduğudur. Tarihin başlangıcından itibaren, dünyanın dört bir yanındaki tüm insanlara aynı telkinleri vererek onlara ortak bir yaşam stilini, kendi batıl dinini benimsetmeye çalışmaktadır. Bu dinin temel özelliklerinden ve şeytanın bu din anlayışını insanlara kabul ettirebilmek için kullandığı yöntemlerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
Vicdanı etkisiz hale getirmek için bahaneler öne sürmesi
Şeytanın dini, insanlara şeytanın karakterini ve onun düşünce sistemini kabul ettirme amacına dayalıdır. Şeytan, insanları bu yönde ikna edebilmek için batıla dayalı çok çeşitli ve sinsi yöntemler geliştirmiştir. Ancak ana felsefesi, öncelikle kendi tuzaklarını bozan, verdiği telkinlerle insanları durmaksızın iyiliğe ve doğruya çağıran vicdanı etkisiz hale getirmeye yöneliktir. Aslında, Allah'ın "Hayır; insan, kendi nefsine karşı bir basirettir. Kendi mazeretlerini ortaya atsa bile." (Kıyamet Suresi, 14-15) ayetleriyle bildirdiği gibi, şeytan nasıl bir tuzak kurarsa kursun, vicdanın yol göstermesi sayesinde her insan doğruyu görebilecek bir basirete sahiptir. Ancak şeytan, insanların vicdanlarını örtmelerini sağlayacak, onları kendi ahlakını yaşamaya ikna edecek çok çeşitli mazeretler öne sürerek insanların bu basiretlerini örtmeye çalışır.
İman edenler Kuran'a göre düşündükleri için, şeytanın bu yöndeki telkinlerini, ne kadar ustaca olursa olsun, hemen fark edebilir ve vicdanlarından yana bir tavır ortaya koyarlar. Kuran ahlakından uzak yaşayan insanlar ise, yaşamlarını nefislerini memnun etme amacı üzerine kurdukları için, şeytanın nefislerini destekleyen bahanelerini hemen kabullenirler. Vicdanlarının sesini bastırmak için zaten bir yol aradıkları için, şeytanın bu telkinlerini nefislerine yönelik bir destek ve yardım olarak kabul ederler.
Şeytanın bu sistemi, her tavır bozukluğu ve her kötülük için ayrı bir mazeret, ayrı bir sapkın açıklama içerir. Bu yolla insanların vicdanlarına karşı koyabilmelerini sağlar ve böylece kendi düşüncelerini onlara meşru ve makul göstermeye çalışır.
İyiyi kötü, kötüyü iyi göstererek insanları aldatması
Şeytanın insanları kötülüğe çağırmada kullandığı yöntemlerden biri ise "iyiyi kötü, kötüyü de iyi göstererek insanları aldatmak"tır. Şeytan doğru yolda olduklarına ikna etmek için insanlara çok çeşitli ve çok fazla sayıda sahte delil öne sürer. Bu deliller, o kadar detaylandırılmış ve o kadar kurnazca mantıklarla süslenmiştir ki, iman gözüyle bakmayan kimseler kolaylıkla ikna olurlar. Şeytanın öne sürdüğü delilleri adeta bir gerçek gibi kabul eder ve tavırlarını, kendilerini inandırdıkları bu sahte gerçekler doğrultusunda şekillendirirler.
Şeytanın bu yöndeki oyunlarına kanarak hatalı tavırlarda bulunan insanlara dair günlük hayatta pek çok örneğe rastlamak mümkündür. Sözgelimi şeytan kimi zaman verdiği telkinlerle kişiyi, yakın bir dostunu, düşmanı olarak görecek hale getirebilir. Karşı tarafın kötü niyetli olduğuna ve kendisine düşmanlık beslediğine dair o kadar detaylı ve net deliller öne sürer ki, bu kişi dostunun iyi niyetli tavırlarını dahi bu şekilde algılamaya başlar. Bu bakış açısı nedeniyle her tavrın, her sözün ardında bir ima ya da ters bir anlam arar. Şeytanın o denli etkisi altına girmiş ve onun verdiği telkinlerle o kadar düşünmeye başlamıştır ki, karşı taraf bu durumu ortadan kaldırmak için ne kadar iyi niyetli bir çaba içerisine girerse girsin, fayda vermez.
Şeytan kimi zaman da aynı telkini tam ters şekliyle verir. Kişinin kendisine zarar verecek ve kötülüğe sürükleyecek kimseleri dost olarak görmesini sağlar. Ortada bu kimsenin kötü niyetini ispatlayan onlarca delil olduğu halde, şeytan tüm bunlara birer açıklama getirerek bu kötü niyetin fark edilmesini engeller. Birkaç önemsiz detayı da ön plana çıkarıp kişinin gözünde büyüterek, karşı tarafın iyi niyetli olduğu konusunda onu inandırır.
Şeytan, bu taktiklerini insanın günlük hayatında karşısına çıkan her konuda kullanır. Tüm bunların sonucunda kötülüğe teşvik ettiği bir insanı, gaflete sürükleyerek içerisinde bulunduğu kötülüklerden sakınmasına engel olur. Oysa gerçekte, kendisi bu kişinin yakın bir dostu olmuş ve onu kendi din anlayışına, kendi ahlak özelliklerine yaklaştırmıştır. Kuran'da şeytanın insanları bu şekilde; "hidayette oldukları izlenimi vererek doğru yoldan ayırdığı" şöyle bildirilmiştir:
Kim Rahman (olan Allah)ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun 'üzerini kabukla bağlattırırız'; artık bu, onun bir yakın dostudur.Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar. (Zuhruf Suresi, 36-37)
Sinsice yöntemler kullanması ve insanları da sinsiliğe teşvik etmesi
İnsanları doğru yoldan ayırıp kendisi ile birlikte cehenneme sürüklemek için çaba harcayan şeytanın en önemli özelliklerinden biri sinsiliğidir. Sinsilik aynı zamanda şeytanın insanlığa karşı verdiği amansız mücadelede kullandığı en hayati yöntemlerdendir. İnsanları, gerçek amacını açıklayarak kendisine uymaya çağırsa sonuç alamayacak, başarılı olamayacaktır. İnsanlık tarihinin başlangıcından beri onlara karşı nasıl büyük bir kin ve düşmanlık beslediğini, onları kendisiyle birlikte sonsuza kadar cehennem azabına sürüklemek için kandırmaya çalıştığını ve onlara yalnızca yalan söylediğini anlatacak olursa, elbette ki sözlerine inanılmayacaktır. Hatta ona karşı dikkatli ve uyanık olunacak ve tuzağına düşmekten kurtulunacaktır. Bu nedenle şeytan, insanları sinsilikle, yalan, hile ve aldatmaca dolu yöntemlerle kandırmaya çalışır. Onlara düşman olduğunu açıkça hissettirecek tavırlardan sakınır. Ya da onlara açık açık 'gelin bana uyun', 'kötü ahlaklı olun', 'kendinize, etrafınızdaki insanlara zarar verin', ya da 'iyi ya da kötü arasında tercih yapmanız gerektiğinde her zaman kötüden yana tavır alın' gibi telkinlerde bulunmayabilir. Aslında bu sözler şeytanın nihai hedefini özetlemektedir. Ama o her zaman için tüm bunları iyilik, güzellik, doğruluk gibi erdemlerle süsleyerek insanlara sunar. Onlara sinsice yanaşır; zekice ve kurnazca ikna metodları kullanır.
Kuran'da şeytanın kendisinin de bu yönünü dile getirdiği; insanlara açıktan açığa değil, pusu kurarak yaklaşacağını söylediği şöyle bildirilmektedir:
Dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım. Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın." (Araf Suresi, 16-17)
İnsanlar üzerinde doğrudan etkisi olmayan şeytan insanlara doğruyu yanlış, iyiyi kötü, gerçekleri ise hayal gibi gösterebilmek için çeşitli sinsi yöntemlere başvurur. Onları aldatmak için yaldızlı sözler söyler, yapmakta oldukları yanlış işleri süslü ve çekici gösterir. Aynı şekilde güzel ve hayırlı olan işleri de çirkin gösterip bunlardan vazgeçirmeye çalışır. Onlara dünya hayatına ilişkin süslü vaatlerde bulunur. Doğrulardan yana onları olmadık kuruntulara düşürür. En sade konuları bile içinden çıkılmaz ve karmaşık hale getirmeye, Allah'ın emirlerini onlara zor göstermeye çalışır. Onları, dünya menfaatlerinin yakın ve elde edilmesi kolay, ahiret menfaatlerinin ise uzak ve sözde hayali vaatler olduğuna inandırmaya çabalar. İnsanları her an gözetler. Her an açıklarını, zayıf yönlerini kollar. Onları aciz oldukları noktalardan yakalamaya ve tuzağa düşürmeye çalışır. Sürekli kötülüğü öğütler. Onların da kendisi gibi kötülüğü benimsemelerini ve böylece kendine benzemelerini ister. Tüm bu telkinlerini onlara beklemedikleri anlarda, beklemedikleri yönlerden pusu kurarak yapar.
Kimi zaman açık telkinlerde bulunur, çoğu zaman ise kendisini adeta bir dost gibi gösterip, o insanın iyiliğini istiyormuş gibi davranır. Şeytanın çeşitli yalanlarına aldanan insanlar, içerisinde bulundukları gaflet nedeniyle giderek doğru yoldan uzaklaşırlar. Kendilerine şeytanı dost edinmiş olmaları, bu insanların yaşadıkları kötü ahlakı, gösterdikleri bozuk tavırları önemli görmemelerine ve bunları ısrarla savunmalarına neden olur.
İnsanlara kötülüğü ispat edilemeyecek şekilde yaşamayı öğretmesi
Şeytanın insanları kendi ahlakına çağırmakta kullandığı sessiz dilin önemli prensiplerinden biri "yapılan kötü davranışın ustalıkla gizlenmesi"dir. Şeytanın, etkisi altına aldığı kimselere öğrettiği bu gizli din, "ispat edilemezlik" ilkesine dayalı eylemlerle yaşanmaktadır. Bu kimseler açık bir şekilde kötü ahlak özellikleri göstermez, bunu çok ince detayların arasına gizlerler. Bu öyle sinsi bir sistemdir ki, bu gizli ve sessiz dil ile karşılarındaki insanlara hem ne demek istediklerini çok açık bir şekilde ifade etmiş olurlar, hem de karşı tarafın bu kötü tavırlarını deşifre edebileceği hiçbir delil vermezler.
Bu yöntemle bir yandan da, aynı şeytani ahlakı yaşayan kimselerin birbirlerini kolaylıkla tanıyabilmeleri de sağlanmış olur. Kendi kullandıkları dilin tüm inceliklerini bilen bu kimseler, aynı alametleri başkalarında gördüklerinde bu kimselerin de kendileri gibi şeytanın etkisi altına girmiş olduklarını anlarlar. Bu durumu bilmek ise onlara, bu kimselerin yanında şeytanın ahlakını çekinmeden ve gizlenmeye gerek duymadan yaşayabilecekleri konusunda büyük bir cesaret sağlar. Kendileriyle aynı ortak dili konuştuğunu bildikleri insanların yanında, diğer insanların yanında gizledikleri gerçek yüzlerini hiç çekinmeden ortaya koyabilirler.
"İspat edilmezlik ilkesi" kötülüğün sessiz dilini konuşan kimselerin vicdanlarını örtebilme amacını da taşımaktadır. Şeytan bu dili öğrettiği insanlara, kötülüğe açıktan açığa yanaşmamalarının güzel ahlaklı ve iyi bir insan olmaları için yeterli olduğu fikrini aşılar. Bu nedenle sessiz dili konuşan kimi insanlar, vicdanlarını örterek, kötü bir ahlak göstermelerini hiç önemsemeden sessiz dilin sinsi yöntemlerini uygulamaya devam ederler. Çevrelerindeki insanların, ince detaylara dayandırdıkları kötü ahlaklarını kendilerine ispat edememeleri de, yine onların kendilerini bu konudan müstağni görmelerine neden olur.
İnsanlar üzerinde fıtratlarını bozarak etkili olmaya çalışması
Yeryüzündeki tüm varlıkların tek hakimi olan Allah, yarattıklarını ve onlara en uygun olan yaşam şeklini en iyi bilendir. Allah insanları ancak imanı kavradıkları ve Kuran ahlakını yaşadıkları takdirde mutlu ve huzurlu olabilecek şekilde yaratmıştır. Kuran'ın "... Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur." (Rad Suresi, 28) ayetiyle bildirilen bu gerçek istisnasız tüm insanlar için geçerlidir. İnsan ancak kendisini yaratan Rabbimiz'e yönelip, O'nun sevgisini ve rızasını kazanabileceği şekilde yaşadığı takdirde dünya hayatında güzel bir yaşam sürebilir. Allah Kuran'da insanlara, kendilerini yarattığı fıtrata yönelmelerini şöyle bildirmiştir:
Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır... (Rum Suresi, 30)
Fıtratlarına en uygun olan bu yaşam şeklini ve bu ahlak anlayışını benimsemedikleri takdirde insanlar sıkıntı ve huzursuzluk içinde bir yaşam sürerler. Allah'ın insanlar için yaratmış olduğu yeryüzündeki onca nimetten gereği gibi zevk alamaz, çevrelerindeki güzelliklerin farkına varamazlar. Allah'ın "Kim de Benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve Biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz" (Taha Suresi, 124) ayetiyle belirttiği gibi, zorluklarla dolu bir yaşam sürerler. Herşeyden kolaylıkla hüzne, tedirginliğe, umutsuzluğa ya da karamsarlığa kapılabilir, hayatlarını bir türlü çözüm bulamadıkları sorunlarla iç içe yaşarlar.
İçerisinde bulundukları bu durumu fark ettikleri zaman ise, hayatlarına hakim olan sıkıntının kaynağını ve nasıl çözüme kavuşturulabileceğini bulamazlar. Oysa insanların karşı karşıya kaldıkları bu zorluğun temelinde de yine her türlü kötülüğün asıl kaynağı olan "şeytanın çabası" yer almaktadır. Şeytanın insanlığa karşı verdiği mücadelede başvurduğu yöntemlerden biri de onların "fıtratlarını bozması"dır. Çünkü önceki satırlarda belirtilen, insanların ancak fıtratlarına uygun bir yaşam sürdükleri takdirde mutlu olacakları gerçeğini şeytan da bilmektedir. Bu nedenle fıtratlarına aykırı bir ahlak anlayışını ve farklı bir yaşam stilini benimseterek onların mutluluktan da uzak kalmalarını sağlamaktadır. Ancak bunu da yine kendi sinsi yöntemleriyle gerçekleştirerek, insanları gaflete sürüklemekte ve bu yolla içerisine düştükleri bu tuzaktan kurtulmalarına engel olmaktadır. Onları fıtratlarına ters düşen bir ahlaka çağırırken, bir yandan da onlara sahte mutluluk vaadlerinde bulunmaktadır. Kuran'da şeytanın insanları "Allah'ın yarattıklarını değiştirmeye" çağıracağı şöyle bildirilmektedir:
Onları -ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin olarak davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim ve Allah'ın yarattıklarını değiştirmelerini emredeceğim." Kim Allah'ı bırakıp da şeytanı dost (veli) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrana uğramıştır. (Nisa Suresi, 119)
Allah'ın Kuran'da bildirdiği tüm bu gerçekler, insanın ancak Kuran ahlakını yaşadığı, Allah'ın kendisini yarattığı fıtrata döndüğü takdirde mutlu olabileceğini ortaya koymaktadır. Aksinde, ilerleyen satırlarda daha detaylı olarak inceleneceği gibi, şeytan insanı yalnızca dünya hayatını kapsayan bir mutsuzluğa değil, sonsuza dek sürecek bir sıkıntı ve azabın içine sürükleyecektir.
İnsanları Allah'ın adını kullanarak kandırmaya çalışması
Öne sürdüğü her fikrin, insanların kalbine fısıldadığı her kötü düşüncenin, vicdanın doğruyu telkin eden sesiyle karşılık bulacağını bilen şeytan bu duruma karşı farklı bir düzen geliştirmiştir. Gerçek kimliğini ve kötü niyetini gizleyebilmek için kimi zaman insanlara verdiği telkinleri vicdanlarının sesiymiş gibi göstermeye çalışır. Bunun için başvurduğu yöntem ise, onlara "Allah'ın adını kullanarak yaklaşması"dır.
Taraftarlarıyla birlikte insanları görmedikleri, fark edemedikleri yerlerden gözleyen şeytan, onların nelerden etkileneceklerini ve nelere karşı tepki vereceklerini de bilmektedir. İnsanın zayıf noktalarını, nelere karşı zaaf duyduğunu, hangi fikirlerinin aklını karıştıracağını göz önünde bulundurarak onları yönlendirir. Vicdanen hassasiyet gösterilecek konuları, dini değerleri, insani öğeleri "hayır" adı altında kullanarak insanları kandırır. Yaptırmak istediği kötü bir davranışı, onlara meşru ve makul gösterecek birtakım bahaneler öne sürerek onları tam tersi bir ahlaka yöneltmeye çalışır. Söz konusu kişiler de şeytanın sunduğu bu bahaneleri çevrelerindeki insanlara karşı yaptıkları kötülükleri savunabilmek için samimiyetsizce kullanırlar.
İman eden insanların ise kendilerini yeterli görmelerini, yaptıkları bazı ibadetlerle yetinmelerini, kendilerini beğenip müstağni görmelerini sağlamaya çalışır. Onları güzel ahlaklı olduklarına, ellerinden gelenin en fazlasını yaptıklarına, güçlerinin bu kadarına yeteceğine inandırmaya çalışır. Kalplerinin temiz olmasının yeterli olacağını, Allah'ın kalplerindeki iyi niyeti yeterli görüp onlardan razı olacağını düşündürerek, onları samimiyetsizliğe itmek ister. Etrafa göre iyi olmalarının yeterli olacağını, çoğunlukla kıyaslandığında çok üstün bir ahlaka sahip olduklarını düşündürerek onları gevşekliğe sürüklemeye çalışır. Ancak elbette ki şeytan tüm bu bahaneleri ne kadar gerçekçi ve inandırıcı bir şekilde sunarsa sunsun, onun telkinleriyle hareket eden bir insan, bu tavrının Kuran ahlakına uygun olmadığının bilincindedir. Çünkü Allah'ın kullarına rahmet olarak yarattığı vicdan sayesinde, her insan iyiyi kötüyü ayırt edebilecek bir anlayışa sahiptir. Allah, Kuran ayetleriyle insanları şeytanın bu tuzağına karşı şöyle uyarmıştır:
Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah'ın vaadi haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak) aldatmasın. Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmaya çağırır. (Fatır Suresi, 5-6)
Şeytanın insanı Allah'ın adıyla aldatmasının bir başka yolu da, Allah'ın affediciliğini öne sürerek insanı günah işlemeye teşvik etmesidir. Allah sonsuz merhamet sahibidir ve tevbe edip Kendisi'nden bağışlanma dileyen her kulunun günahlarını affedebilir. Ama bir insanın, "nasıl olsa Allah affeder" diyerek bile bile günah işlemesi samimi bir davranış değildir. Böyle bir ahlakta süreklilik gösteren kimsenin kalbi zamanla katılaşıp duyarsızlaşabilir. Allah korkusuyla hareket etmemek bu kişiyi daha pek çok kötülüğün içine de sürükleyebilir. Allah Kuran'da "yakında bağışlanacağız" diyerek bile bile günah işleyen kimselerin örneğini vererek, insanları şeytanın böyle bir kandırmacasına karşı uyarmıştır:
Onların ardından yerlerine Kitaba mirasçı olan birtakım 'kötü kimseler' geçti. (Bunlar) Şu değersiz olan (dünya)ın geçici-yararını alıyor ve: "Yakında bağışlanacağız" diyorlar. Bunun benzeri bir yarar gelince onu da alıyorlar. Kendilerinden Allah'a karşı hakkı söylemekten başka bir şeyi söylemeyeceklerine ilişkin kitap sözü alınmamış mıydı? Oysa içinde olanı okudular. (Allah'tan) Korkanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hala akıl erdirmeyecek misiniz? (Araf Suresi, 169)
Elbette kitabın başında da vurgulandığı gibi, şeytanın tüm bu oyunları ancak iman etmeyenler üzerinde etkili olabilir. Yoksa Kuran'ı kendilerine rehber edinen kimseler için şeytanın sesi ile vicdanın sesi arasında çok açık ve net bir farklılık vardır. Vicdan insana daima Kuran ahlakına uygun olan davranışları ilham eder. Şeytan ise her ne kadar sinsice oyunların ardına gizlemeye çalışsa da daima Allah'ın razı olmayacağı bir ahlaka teşvik eder. Dolayısıyla iman eden bir insan bu ikisi arasındaki farkı hemen görür, şeytanın etkisinden Allah'a sığınıp vicdanının sesine uyar.
Ancak iman etmeyenler için böyle bir netlik söz konusu değildir. Bu nedenle şeytan bu kimseler üzerinde istediği gibi etkili olabilir. Allah Kuran'ın "Onlardan güç yetirdiklerini sesinle sarsıntıya uğrat, atlıların ve yayalarınla onların üstüne yaygarayı kopar, mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol ve onlara çeşitli vaadlerde bulun." Şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vadetmez." (İsra Suresi, 64) ayetiyle şeytanın "güç yetirebildiklerini sesiyle sarsıntıya uğratacağını" bildirerek, iman edenlerle inkar edenler üzerindeki şeytanın farklı etkisine dikkat çekmiştir.
İns ve cin şeytanları kullanarak insanlara yaklaşması
Allah Kuran'ın "...Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına gizli-çağrılarda bulunurlar." (Enam Suresi, 121) ayetiyle, şeytanın insanlara yaklaşmak için kendi taraftarlarını ve dostlarını kullanacağını haber vermiştir. Bu durum bizlere şeytanın tek başına hareket eden bir güç olmadığını göstermektedir. Allah Kuran'ın "Böylece her peygambere, insan ve cin şeytanlarından bir düşman kıldık. Onlardan bazısı bazısını aldatmak için yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi bunu yapmazlardı. Öyleyse onları yalan olarak düzmekte olduklarıyla baş başa bırak." (Enam Suresi, 112) ayetiyle insanlara "ins ve cins şeytanların" varlığını bildirmektedir. Şeytan, insanlardan ve cinlerden kendisine uyanlarla birlikte hareket etmekte, onları diğer insanları saptırmak için bir araç olarak kullanmaktadır. Bu kişiler de şeytanın ahlakını uygulayarak sinsiliği kendilerine ilke edinmekte ve insanların kalplerine vesvese ve şüphe düşürerek onları doğru yoldan uzaklaştırmaya çalışmaktadırlar. Allah Kuran'da şerrinden Rabbimiz'e sığınılması gereken bu ins ve cin şeytanların sinsi yöntemlerini bizlere şöyle bildirmektedir:
De ki: İnsanların Rabbine sığınırım.
İnsanların malikine, İnsanların (gerçek) İlahına;
'Sinsice, kalplere vesvese ve şüphe düşürüp duran' vesvesecinin şerrinden.
Ki o, insanların göğüslerine vesvese verir (içlerine kuşku, kuruntu fısıldar);
Gerek cinlerden, gerekse insanlardan (olan her hannas'tan Allah'a sığınırım). (Nas Suresi, 1-6)
Bir başka ayette ise "… O da (şöyle) dedi: "Andolsun, kullarından 'miktarları tesbit edilmiş bir grubu' (kendime uşak) edineceğim..." (Nisa Suresi, 118) sözleriyle haber verildiği gibi şeytan, insanlardan ve cinlerden kendisine uyanları "uşak" edinmektedir. Şeytanın uşağı haline gelen bu kimseler, insanları doğru yoldan uzaklaştırma ve sürekli olarak onları kötülüğe teşvik etme görevini üstlenmekle, şeytanın emirlerini yerine getirmektedirler. Allah, şeytanın taraftarlığını yapanların bu tavrını Kuran'da şöyle haber vermektedir:
(Şeytanın) Kardeşleri ise, onları sapıklığa sürüklerler, sonra peşlerini bırakmazlar. (Araf Suresi, 202)
Kuran'da "münafık"lar olarak isimlendirilen, kalplerinde imandan yana hastalık bulunan kimseler, şeytana hizmet eden bu kişiler arasında en belirgin olanlardandır. Kitabın ilerleyen bölümlerinde detaylı olarak incelenecek olan münafık karakterinde görülen tüm ahlak bozuklukları, şeytanın bu kimseler üzerinde kurmuş olduğu hakimiyetin etkisiyle gerçekleşmektedir. Bu kimseler de şeytanın sinsi ve gizli yöntemlerini kullanmakta ve aynı onun gibi insanları gizli bir dille kötülüğe çağırmaktadırlar.
Kuran'ın "(Münafıklar) Onlara seslenirler: "Biz sizlerle birlikte değil miydik?" Derler ki: "Evet, ancak siz kendinizi fitneye düşürdünüz, (Müslümanları acıların ve yıkımların sarmasını) gözetip-beklediniz, (Allah'a ve İslam'a karşı) kuşkulara kapıldınız. Sizleri kuruntular yanıltıp-aldattı. Sonunda Allah'ın emri (olan ölüm) geliverdi; ve o aldatıcı da sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak, hatta masumca sizden görünerek) aldatmış oldu." (Hadid Suresi, 14) ayetiyle münafıkların şeytanın sinsi taktiklerine kanarak kuşkulara kapılanlardan oldukları haber verilmiştir.
Şeytanın amacı bu kimseleri kullanarak kendi adına faaliyet gösterecek sadık bir taraftar kitlesi oluşturmaktır, idealleri doğrultusunda onları istediği gibi yönlendirebilmektir. Bu insanların vasıtasıyla geniş kitlelere ulaşmak, insanlara telkin etmek istediği sözleri onların ağzından söyletmek, kendi ahlak anlayışını bu insanların ahlakında yaşatarak dinini hayatta tutabilmektir. Bu yolla insanları ürkütmeden, onlara şeytanın dininin tebliğ edildiğini sezdirmeden, kendi yoluna çağıracak ve kendi taraftarı haline getirecektir. Bu kimseler de, yaşadıkları kötü ahlak anlayışı ile, çevrelerindeki insanları da gaflete ve şeytanın ahlakına sürükleyeceklerdir.
Şeytanın dinini benimseyen tek bir kişi, çevresindeki diğer insanlara da ulaşarak her birini yavaş yavaş şeytanın ahlakına çağırır ve bu batıl dini onlara da benimseterek her birini yine yüzlerce insana şeytanın elçiliğini yapacak hale getirir. Böylece şeytanın, dinini tebliğ edecek binlerce ağzı, ahlakını ortaya koyacak binlerce vücudu ve insanları doğru yoldan saptıracak binlerce askeri olmuş olur. Şeytan, ordusunun her bir askerini an an yönlendirip, an an her birini yeni bir şeytani faaliyete önderlik etmeye sürükler.
Şeytanın adeta bir hipnoz etkisiyle, kumandası altına aldığı bu taraftar kitlesi, şeytandan başka hiç kimseden, hatta kendi vicdanlarından dahi, emir almayacak kadar sadık ve itaatli bir disiplin içerisine girer ve nasıl acı bir sona doğru sürüklendiklerinin farkına varmadan hayatları boyunca şeytanı ve onun dinini savunurlar. Şeytanın adeta bir uşağı ya da oyuncağı haline gelen bu insanlar akıllarını, vicdanlarını, düşünce ve muhakeme yeteneklerini, iradelerini, tüm akli ve fiziksel fonksiyonlarını şeytana teslim ederler. Sonrasında ise şeytanın iradesiyle hareket edip, onun düşünceleri doğrultusunda yaşamaya başlarlar.
Allah'tan gereği gibi korkup sakınmadıkları için şeytanın, nefisleri yoluyla an an kendilerine fısıldadıklarını, şeytandan geldiğini düşünmeden, tüm bunların kendi düşünceleri olduğuna inanarak hiç tereddütsüz uygularlar. Ancak zaten bir süre sonra onlar da tüm bu fikirleri, şeytanın kendisi kadar benimsedikleri için, şeytanın telkinlerine ihtiyaç duymadan aynı şeytan gibi bu dini savunacak ve şeytanın sessiz dilini konuşacak hale gelirler.
Dünya hayatında herkesin aynı imtihan ortamına tabi olması nedeniyle, şeytan sadece inkar eden insanlarda değil, iman eden insanlar üzerinde de etkili olmaya çalışır. İman ettiklerini söyledikleri halde aslında imanı gereği gibi yaşamayan kimi insanlar, Allah'a tam bir teslimiyetle teslim olmamaları, yaşadıkları her olayı Kuran ile değerlendirmemeleri ve güzel ahlakı Allah korkusuyla yaşamamaları nedeniyle şeytanın fısıltılarına kulak verirler. Şeytana nasıl karşı koyacaklarını ve onun hileli oyunlarını nasıl etkisiz hale getirebileceklerini bildikleri halde, şeytanın sözlerine itibar ederler.
Kuran'ı çok iyi bildikleri ve şeytanın kendilerine nasıl büyük zararlar verebileceği konusunda şuurları çok açık olduğu halde, ondan gereken itinayla sakınmazlar. Bunun sonucunda ise, bir yandan ibadetlerini yerine getirirken bir yandan da gösterdikleri pek çok tavır ile şeytanın tebliğini yapmış olurlar. Ancak bu noktada bilinmesi gereken önemli bir konu ise, genellikle bu kimselerin, yaptıkları tavrın yanlışlığına kendileri de şahitken şeytandan ve kötülükten şiddetle sakınan güzel ahlaklı ihlaslı kimseler olduklarını iddia etmeleridir.
Şeytan, bu kimselerin yaptıkları iyi davranışları ve kötülükten açıkça sakınmalarının yeterli olduğunu düşündürterek gizlice yaşadıkları kötülüklere dikkat vermemelerini ve böylece bunlardan sakınmaya da gerek duymamalarını sağlar. Onları din ahlakından uzaklaştırmaya çalışır.
Şeytanın bu oyunu sonucunda ise, ortaya gerçek Müslüman karakterinden uzaklaşmış farklı karakterler çıkar. Oysa Allah'ın Kuran'da bildirdiği tek bir Müslüman karakteri vardır. Bu Allah'ın razı olacağı, kişiye cenneti kazandıracak, cehennemden uzaklaştıracak olan yoldur. Bunun dışında din ahlakının sadece bir kısmını uygulamak ve mümin karakterinden farklı bir karakter geliştirmek, insanı fark etmeden cehenneme sürükleyebilir. Ancak elbette ki bu kimseler Kuran'ı kendilerine rehber edinerek Allah'ın bildirdiği ayetler doğrultusunda düşünecek olurlarsa, içerisinde bulundukları durumun çok açık bir şekilde farkına varabilir ve bu durumdan kolaylıkla kurtulabilirler.
İlerleyen sayfalarda şeytanın açıktan açığa değil de, kötülüğün sessiz dilini kullanarak insanlar üzerinde oluşturduğu farklı karakterlere ve bu kimseler üzerinde şeytanın etkisinin ne tür davranış bozukluklarıyla ortaya çıktığına değineceğiz. Bu kimseler için bir çeşit hayat şekli haline gelen bu sessiz dil ile ne gibi mesajlar verildiğini ve bu mesajların ne anlamlara geldiğini ortaya koyacağız. |
KÖTÜLÜĞÜN SESSİZ DİLİNİ KONUŞANLAR
Şeytanın etkisi altında hareket eden kimseleri ve konuştukları sessiz dili teşhis edebilmek, ancak imanın insana kazandırdığı akıl ile mümkün olabilir. Bu kimseleri diğer insanlardan ayıran dikkati çekici bir farklılık yoktur. Çünkü bu kitapta ele alınan şeytanın etkisine giren söz konusu kişiler, kimi akımların etkisinde kalarak 'şeytana taptığını' (Allah'ı tenzih ederiz) söyleyen, şeytanı simgelediğini düşündükleri özel birtakım kıyafetler giyen insanlar değildir. Bu nedenle birtakım sembolik özelliklerden bu kimseler hakkında böyle bir yargıya varabilmek mümkün olmaz.
Kuran'da verilen bilgiler doğrultusunda bu kimselerin tavırlarında şeytanın etkisiyle hareket ettiklerini gösteren pek çok delil olduğu görülür. Bunlar kişilere, şartlara ya da olaylara göre değişebilir. Değişmeyen ortak yönleri ise, kötülüğün sessiz dilini konuşan kimselerde görülen tüm bu özelliklerin çok fazla negatiflik içermesi ve söz konusu kişilerde maddi manevi büyük tahribatlara neden olmasıdır.
Şeytanın etkisiyle gelişen ve kişileri hem çarpık bir ahlak anlayışına hem de mutsuz bir hayata sürükleyen gizli kötülüklerden bazılarını, kişilerin karakterlerini şekillendiren en temel özellikler altında şöyle sınıflandırabiliriz:
GİZLİ KÖTÜLÜKLERİ MASUMLUĞUN VE SAFLIĞIN ARDINA SIĞINARAK YAŞAYANLAR
İnsanların yaptıkları kötülüklerin üzerini örtebilmek için masumluğun ardına saklanmaları, şeytanın hileli yöntemlerinden biridir. Şeytan, etkisi altına aldığı kimselere yaptıkları kötülükleri ne şekilde gizleyecekleri konusunda da yol gösterir.
Masumluk genellikle insanların günlük hayatlarında çok sıklıkla vurgulamaya çalıştıkları bir özellik değildir. Daima güzel davranışlarda bulunan, gizli saklı bir işi olmayan, iyi bir insanın herşeyi açık ve ortadadır. Bu nedenle kendisinin ne kadar iyi niyetli ve masum bir kimse olduğunu ispat etmek için özel bir çaba harcamaya gerek duymaz. Kötülük yapan kimseler ise, gizliden gizliye yaptıkları kötülükleri bildikleri için sürekli olarak bunun huzursuzluğuyla yaşarlar. Gizledikleri kötülüklerin her an açığa çıkma tehlikesi vardır. Böyle bir ihtimalle karşılaştıklarında kendilerini temize çıkarabilmek için, önceden iyi niyetli ve masum oldukları izlenimini mümkün olduğu kadar çok vurgularlar. Aynı şekilde kötülükleri deşifre edildiğinde de yine masumluğun ardına sığınarak karşı tarafı yanıltmaya ve kendilerini kurtarmaya çalışırlar.
Masumluğun ardına sığınmaları aynı zamanda, yaptıkları gizli kötülükleri, ihtiyaç duyduklarında tekrarlayabilme amacını da taşımaktadır. Yaptıklarının üzerini ne kadar iyi örtebilirlerse, sonrakileri de çevrelerindeki insanlara o kadar kolay kabul ettirebileceklerini düşünürler. Masum taklidi yapmaları eğer bir kez olsun sonuç veriyorsa, bu yöntemle her zaman başarılı olacaklarını düşünürler.
Masumiyetlerine dair sundukları delillerle, yaptıkları kötülükleri örtbas edip karşı tarafın gözünde temize çıkabilmenin yanı sıra kendi vicdanlarını rahatlatmayı da amaçlarlar. Çünkü yapılan her kötülük, insanın vicdani bir sıkıntı çekmesine neden olur. İnsan kötülüğü, bunun vicdanına aykırı bir tavır olduğunu bilerek yapar. Bu vicdan azabından kurtulabilmek için de kendisini rahatlatacak, yaptığı kötülüğü mazur gösterecek mazeretler bulmaya çalışır. Oysa vicdanın bu baskısını ortadan kaldıracak tek çözüm Kuran'a uygun bir ahlak göstermektir. Allah Kuran'da insanlara bir kötülük işledikleri zaman tevbe etmelerini, yaptıkları kötülükleri, salih amellerde bulunarak iyiliklere çevirmelerini bildirmiştir. Bu ahlak gösterilmediği sürece, insanın yaptığı bir kötülüğü masumluk görünümü gibi sahte bir kılıf ile örtmeye çalışması, kişiyi bir başka kötü tavra sürüklemekten başka bir işe yaramayacaktır. Bunun yanı sıra Allah'ın "Kim izzeti istiyorsa, artık bütün izzet Allah'ındır. Güzel söz O'na yükselir, salih amel de onu yükseltir. Kötülükleri tasarlayıp düzenleyenler ise; onlar için şiddetli biz azab vardır. Onların tasarladıkları 'boşa çıkıp bozulur'." (Fatır Suresi, 10) ayetiyle bildirdiği gibi, her kötülük mutlaka boşa çıkıp bozulacaktır.
Şeytanın telkiniyle hareket eden insanlar da aynı onun gibi, kendilerini masum tanıtabilmek için, özel yöntemler geliştirir ve karşılarındaki insanların etkilenebileceklerini düşündükleri bazı üslup, tavır ve konuşmalarda bulunurlar.
Bu yöntemlerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
Allah'ın adını kullanarak kendilerini masum göstermeye çalışmaları
Bazı insanların, çevrelerindeki kişileri iyi niyetli ve masum olduklarına inandırabilmek için başvurdukları samimiyetsiz yöntemlerden biri, manevi değerleri kullanmaktır. Kuran ahlakıyla hiçbir şekilde bağdaşmayan bir yaşam süren kimseler dahi, kendilerini iyi niyetli ve temiz kalpli kimseler olarak tanıtmak için gerektiğinde Allah'ın adını anar; dindar olmanın, Allah'tan korkmanın, vicdanı kullanmanın öneminden bahsedebilirler. Ancak Allah'ın adını zikrederken, Allah'ın büyüklüğünü, yaptıkları samimiyetsizlikleri bildiğini ve bundan dolayı kendilerini azaplandırabileceğini düşünmezler.
Toplumda bu samimiyetsiz tavrın pek çok örneğine rastlanır. Bunlar arasında en bilinenlerden biri, bu tip insanların her zor durumda kalışlarında, hemen "Allah'ın adı üzerine yalan yere yemin etmeleri"dir. Bu yolla, ortada masum olduklarına dair inandırıcı hiçbir delil olmasa ve hatta haksızlıkları çok açık olsa bile, karşı tarafı kolaylıkla ikna etmeyi başaracaklarını sanırlar. Çünkü Allah'ın adını söyleyerek yemin etmekle insanların vicdanlarında derin bir etki bırakacaklarını düşünürler. Özellikle de dindar insanlar arasında bu yöntemin çok daha etkili olacağına inanırlar.
Bu kimselerin kendilerine masum imajı verebilmek için tek yaptıkları Allah'ın adını kullanarak yemin etmek değildir. Kendilerini temize çıkarabilmek için mümkün olan tüm imani öğeleri bu yönde kullanmaya çalışırlar. Örneğin gösterdikleri tavır bozukluklarını makul bir zemine oturtabilmek için uzun uzun imani içerikli konuşmalar yaparlar. Güzel ahlaka ne kadar önem verdiklerini, kötülükten nasıl dikkatle sakındıklarını, bu konuda ne kadar hassasiyetle davrandıklarını anlatırlar. Yanlış bir tavrın ahiretteki karşılığından çekindikleri için, bu tür davranışlardan daima kaçındıklarını dile getirirler. Ancak menfaatleriyle çatışan herhangi bir durumla karşılaştıklarında, bu anlattıklarının tam tersi bir tavır göstermeleri samimiyetsizliklerini ortaya koyar.
Yine bu yönde başvurdukları bir başka samimiyetsiz yöntem ise, yaptıkları kötülükleri örtüp bunlara makul açıklamalar getirebilmek için Kuran ayetlerini kendi çarpık mantıklarıyla yorumlamaya çalışmalarıdır. Allah Kuran'da tüm ayetlerin apaçık bir dille indirildiğini bildirmiştir. Dolayısıyla Kuran'da yer alan tüm ayetlerde ifade edilen anlam çok anlaşılırdır. Ancak şeytanın etkisi altına giren kimseler, kendilerini haklı çıkarabilmek için çirkin bir cesaret göstererek yaptıkları vicdansızlıklarını, yanlış yorumlar katarak söyledikleri ayetlere dayandırmaya çalışırlar.
Bu gibi şeytani yöntemler, olayları Kuran'a dayalı bir akıl ile değerlendirmeyen kimselerde kimi zaman gerçekten de etkili olabilir. Ancak Müslümanlar, kişilerin tavırlarını Allah'ın Kuran'da bildirdiği ölçülere göre değerlendirirler. Bir kimsenin sadece diliyle Allah'ın isimini anması veya Allah'ın adı üzerine yemin etmesi, konuşmalarında dini öğelere yer vermesi, kalbinin ne kadar temiz olduğunu dile getirmesi, o kişinin samimiyetine kanaat getirebilmek için yeterli değildir. Çünkü tüm bunlar kalplerinde hastalık bulunan insanların, iman edenleri yanıltabilmek için taklit edebilecekleri davranışlardır. Gerçek samimiyetin göstergesi, kişinin sözleriyle dile getirdiklerini, tavırlarıyla da uygulaması, kötülüğün gizlisinden de açığından da titizlikle sakınmasıdır.
Bunun da ötesinde böyle bir tavır bozukluğu içerisinde olan bir kişinin asıl unutmaması gereken, insanlardan gizlemeyi her ne kadar başarsa da, yaptığı kötülüklerin hepsine Allah'ın şahit olduğudur. "... Onlardan hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz..." (Mümin Suresi, 16) ayetiyle bildirildiği gibi, Allah yapılan her kötülüğü ve bunları örtebilmek için öne sürülen her samimiyetsiz mazereti tüm detaylarıyla bilmektedir. Bu nedenle insanın tüm bunların hesap gününde karşısına çıkacağını bilerek hareket etmesi, Allah'ın rızasına uygun bir ahlak göstermeyi hedeflemesi gerekmektedir.
Masumiyetlerini ispatlayabilmek için seri şekilde yalan söylemeleri
Şeytanın etkisiyle hareket eden insanların kendilerini masum gösterebilmek için başvurdukları yöntemlerden biri de yalan söylemektir. Ancak yalan söylemek deyince akla sadece çok açık ve net olarak ortada olan bir konunun tam tersinin söylenerek gizlenmesi gelmemelidir. Şeytan kötülüğün sessiz dilini öğrettiği insanlara, yalanı da ispatı çok zor olacak şekilde sinsice söylemenin yollarını gösterir. Eğer ispat edilemiyorsa, ortada gerçek anlamda bir yalan da olmadığına inanmalarını sağlar. Ve bu yolla yalanın adı konulmamış bir şekilde gizliden gizliye insanlar arasında yaygınlaşmasını ister.
Dolayısıyla söz konusu kişiler, aslında çok sık yalan söyledikleri halde, kendilerini bu tavır bozukluğundan müstağni görürler. Şeytanın bu yöntemiyle söyledikleri yalanlara ise farklı isimler takarak bunlara masumiyet kazandırmaya çalışırlar. Örneğin "ağzımdan öyle çıktı", "yanlış ifade ettim", "eksik anlatmışım", "yanlış hatırlamışım", "o kısmını söylemeyi unutmuşum", "başka bir konuyla karıştırmışım" gibi açıklamalarla söyledikleri yalanı iyi niyetli ve zararsız bir eylem gibi göstermeye çabalar, kendilerini de bu açıklamalara inandırırlar. Söyledikleri sözlerin dinleyenler tarafından "yalan" olduğu algılansa da, onların bunları dile getirmekteki amaçlarının yalan söylemek olmadığını öne sürerler. Önemli olanın bunları söylerken kalplerinde taşıdıkları "niyet" olduğunu ve kendilerinin de bu iyi niyetlerinden emin olduklarını iddia ederler. Oysa bu da yine bir başka yalandır ve kalplerine Allah'ı şahit gösterdikleri halde Allah yalan söylemekte olduklarını bilmektedir.
Şeytan açıktan açığa yalana teşvik edemediği insanları işte bu tür sinsi yöntemlerle dürüstlükten uzaklaştırır. Kimi zaman bir konuyu olduğundan farklı, eksik ya da fazlasıyla anlattırarak, kimi zaman söylenen sözü daha sonrasında değiştirip kelimelerin anlamını saptırmaya teşvik eder. Kuran'ın "Gerçeği sürekli ters yüz eden, günaha düşkün olan herkesin vay haline." (Casiye Suresi, 7) ayetiyle bu kimselerin "gerçeği sürekli ters yüz ederek" söyledikleri yalanlara dikkat çekilmiştir.
Şeytanın etkisiyle hareket eden bu kimseler, makul olmayan davranışlarda bulunurken bunları sonrasında ne şekilde açıklayacaklarını, bazen daha o eylemi yaparken akıllarından geçirerek belirlerler. Bazen de bunun sonucunu hiç düşünmez; yaptıkları kötü tavırlar ortaya çıktığında, kendilerini temize çıkarabilmek için bir anda refleks olarak yalana başvururlar. Söz konusu kişilerin bu reflekslerini harekete geçiren ise elbette ki yine şeytandır. Onlara bir konuyu en iyi ne şekilde tevil edebileceklerini, aksinin ispatını en iyi nasıl zorlaştırıp kendilerini masum gösterebileceklerini ilham eder.
Ancak bir yalan genellikle peşinden pek çok yalanı da beraberinde getirir. Bu nedenle şeytanın etkisine giren kimseler kendilerini temize çıkarabilmek için seri şekilde yalan söylemeye başlarlar. Sadece tek bir konudaki samimiyetsizliklerini örtebilmek için, panik halde düşünmeden pek çok yanlış bilgi verir, bozuk mantıklar öne sürerler. Söyledikleri yalanlar karşılarındaki kimseler tarafından çürütüldüğünde ise, ne yapacaklarını iyice şaşırır ve bu sefer de yanlış anlaşıldıklarını, haksızlığa uğradıklarını iddia edip üste çıkmaya ve konuyu kapatmaya çalışırlar. Hatta böyle bir durumda, kendilerini temize çıkarmak adına yukarıdaki bölümde değindiğimiz gibi yalan yere yemin etmekten de çekinmezler.
Kuşkusuz bu onların Allah'ı gereği gibi tanımamalarından, Allah adına edilen yeminin ne kadar büyük bir sorumluluk olduğunun şuurunda olmamalarından kaynaklanır. Allah'tan gereği gibi korkmamaları nedeniyle bu konuda çirkin bir cesaret göstermektedirler. Yalan yere yemin edip Allah'ı şahit getirirken, gizlilerin gizlisini bilen Allah'ın kendilerini işittiğini akıllarına bile getirmemektedirler. Kaldı ki kendilerine hatırlatıldığında da şeytanın etkisinde oldukları için bu gerçeği göz ardı edebilmektedirler. Oysa belki şuurunda değillerdir fakat aslında bu yalanları insanlara değil Allah'a karşı söylemiş olurlar. Kuran'da "... Kendileri de bildikleri halde Allah'a karşı (böyle) yalan söylerler." (Al-i İmran Suresi, 78) ayetiyle bu gerçeğe dikkat çekilir. Kuran'ın "Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran aşağılık" (Kalem Suresi, 10) ayetiyle Allah, bu gibi insanlara itimat edilmemesi gerektiğine işaret etmektedir.
Kuran'da, Hz. Yusuf'un kardeşlerinin, ona karşı tasarladıkları "kötülüğü" örtebilmek için yine aynı yönteme; yalana başvurdukları bildirilmektedir. Kendi aralarında kardeşleri Hz. Yusuf'u öldürebilmek için bir plan kurmuş, ardından da onun "iyiliğini" istediklerini söyleyerek babalarından Hz. Yusuf'u kendileriyle birlikte göndermesi için izin istemişlerdir:
(Bu karara vardıktan sonra) "Ey Babamız," dediler. "Sana ne oluyor, Yusuf'a karşı bize güvenmiyorsun? Oysa gerçekte biz, onun iyiliğini isteyenleriz. Sen onu yarın bizimle gönder, gönlünce gezsin, oynasın. Elbette biz onu koruyup-gözetiriz." (Yusuf Suresi, 11-12)
Daha sonra Hz. Yusuf'u bir kuyunun dibine bırakmış, babalarına ise bir başka yalan ile gelerek onu bir kurdun kaptığını söylemişlerdir. Bir yandan da 'biz doğruyu söylesek bile sen bize inanacak değilsin' diyerek kendilerini masum göstermeye çalışmışlardır:
"Akşamüstü babalarına ağlar vaziyette geldiler. Dediler ki: "Ey Babamız, gerçek şu ki, biz gittik, yarışıyorduk. Yusuf'u da yiyeceklerimizin (veya eşyamızın) yanında bırakmıştık. Fakat onu kurt yemiş. Ne var ki biz doğruyu söylesek bile sen bize inanacak değilsin. " (Yusuf Suresi, 16-17)
Babaları Hz. Yakup ise onların yalan söylemekte olduklarını fark ederek, sözlerine güvenmemiş ve onların kötü düzenlerine karşı Allah'a sığındığını belirtmiştir:
Ve üzerine yalandan kan (sürülmüş) olan gömleğini getirdiler. "Hayır" dedi. Nefsiniz, sizi yanıltıp (böyle) bir işe sürüklemiş. Bundan sonra (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin bu düzüp-uydurduklarınıza karşı (Kendisi'nden) yardım istenecek olan Allah'tır." (Yusuf Suresi, 18)
Yaptıkları kötülüklerin sorumluluğunu başkalarının üzerine atmaya çalışmaları
Allah Kuran'ın "... O, sizi daha iyi bilendir; hem sizi topraktan inşa ettiği (yarattığı) ve siz daha annelerinizin karnında cenin halinde bulunduğunuz zaman da. Öyleyse kendinizi temize çıkarıp-durmayın. O, sakınanı daha iyi bilendir." (Necm Suresi, 32) ayetiyle insanları nefislerindeki "kendilerini temize çıkarma" isteğine karşı uyarmıştır. Ancak tavırlarını Kuran ahlakının gerektirdiği şekilde düzenlemeyen bazı kimseler, nefislerini kötülüklerden temizlemek yerine, bunları örtme yoluna giderler. Kimi zaman bu amaçla, sırf kendilerini kurtarabilmek adına, yaptıkları samimiyetsiz bir tavrın sorumluluğunu bir başkasının üzerine yüklemeye çalışırlar. Ancak bu noktada akla sadece işlenen bir suçu kabaca bir başkasının üzerine atmak gelmemelidir. Örneğin bir kişiye bir eşya için "bunu sen mi aldın?" dendiğinde, bu kişi "hayır ben değil, filanca kişi aldı" diye yalan söyleyecek olsa, diğer kişiye sorulduğunda yalanın hemen ortaya çıkacağı bellidir. Üstelik de yalanın Allah'ın insanlara yasakladığı bir davranış şekli olduğunu bilen kimseler, bile bile böyle bir tavır göstermeye vicdanen yanaşmazlar. Dolayısıyla şeytan, açıkça kötülük yapmaktan sakınan bu gibi kimselere genellikle bu tarz açık yalanlar söyletmekte başarılı olamayabilir. Bu durumda yapabileceği, onları kendi ince metodlarına dayalı eylemlerde bulunmaya teşvik etmektir. Bunun için kullandığı yöntem ise, bir kötülüğü yaparken bundan duyacakları vicdani huzursuzluğu örtebilmek için, bu davranışlarının sorumluluğunu bir başkasına yüklemeye teşvik etmek olur.
Şeytanın bu şekilde kandırdığı kimseler kendilerini temize çıkarabilmek için çevrelerindeki insanların iyi niyetli sözlerini ya da davranışlarını çarpıtır ve bunları mazeret göstererek kötü tavırlarını meşru hale getirmeye çalışırlar. Kendi davranışlarının sorumluluğunu yükleyecekleri bu kişilerin özellikle samimiyetleri, dürüstlükleri, güvenilirlikleri ve güzel ahlaklarıyla tanınan kimselerden olmasına büyük özen gösterirler. Bu yolla, kendilerinin iyi niyetli bir şekilde, yalnızca bu kimselerin sözüne uyduklarını söyler; eğer ortada yanlış bir tavır varsa bunun asıl sorumluluğunun bu kişilerde olduğunu öne sürerler. Savundukları bu çarpık mantığa göre kendilerinin hiçbir suçu yoktur; onlar yalnızca "dürüst, samimi ve güvenilir" bildikleri insanların sözüne uymuş, dolayısıyla ortaya çıkan yanlış tavra da bu kişiler sebep olmuştur.
Bu kişiler, bazen de olumsuz tavırlarını temize çıkarabilmek için aynı yöntemi sözlerin kelime anlamlarını çarpıtarak uygularlar. Bir kelimenin aynı anda birkaç anlama birden gelişini kullanarak karşı tarafın gerçekte kastettiğini farklı şekilde algıladıkları için böyle bir tavır gösterdiklerini öne sürerler. Kuran'da bu gibi kişilerin samimiyetsiz tavırlarına "Ama zulmedenler, kendilerine söylenen sözü bir başkasıyla değiştirdiler..." (Bakara Suresi, 59) ayetiyle dikkat çekilmiştir. Şeytan, etkisi altına aldığı kimseleri bu gibi sinsi yöntemlerle kötülüğün içine sürüklemektedir.
Çoğunluğun aynı hatayı yaptığını söyleyerek, tavırlarını makul hale getirmeye çalışmaları
Şeytanın etkisiyle hareket eden kimselerin kullandıkları samimiyetsiz yöntemlerden bir diğeri ise, kendileri gibi aynı yanlış tavır içerisinde olan insanların varlığını öne sürerek hatalarını makul göstermeye çalışmalarıdır. Bu aslında şeytanın en bilinen yöntemlerinden biridir; insanları kötülüğe sevk ederken, çevrelerindeki olumsuz insanlardan örnekler göstererek onları cesaretlendirir. Bu kimselerin de aynı tavırda bulunduğunu öne sürerek kişiyi bu tür bir davranışta bir yanlışlık olmadığına inandırmaya çalışır. Elbette ki vicdanları bu insanlara gerçekte doğru olanı göstermektedir ancak nefislerini temize çıkarmayı amaçlayan kimseler, şeytanın kışkırtmalarını bile bile kendilerine mazeret edinirler.
Kendilerine herhangi bir hataları hatırlatıldığında hemen bu mazereti öne sürerek kendilerini haklı çıkarmaya çalışırlar. Bu davranışın çevrelerindeki insanların büyük çoğunluğunda yaygın olması, söz konusu kişilerin savunmasının temel noktasını oluşturur. Ama aslında bu durumun, yanlış tavırlarını meşru hale getirmeyeceğini çok iyi bilirler. Ancak buna rağmen, "bunu yapan yalnızca ben değilim ki, şu kişiler de aynı tavırları gösteriyor" ya da "bunu herkes yapıyor" gibi sözlerle kendilerine yöneltilen eleştiriyi geçersiz hale getirebileceklerini düşünürler. Bu yolla karmaşa oluşturup dikkatleri kendilerinden uzaklaştırmak isterler.
Oysa Kuran'a göre bu mantığın hiçbir geçerliliği yoktur. Başkalarının da aynı suçu işliyor olması kişiyi sorumluluktan kurtarmaz; kurtarmadığı gibi hafifletici bir sebep de sayılmaz. Çünkü Allah Kuran'ın "Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminle yalan söylerler." (Enam Suresi, 116) ayetiyle, insanları çoğunluğa uymamaları konusunda uyarmıştır. Pek çok insan aynı anda aynı hataya düşebilir; ancak kişi tek başına vicdanının sesine uymakla ve Kuran ahlakını yaşamakla yükümlüdür. Her insan ahirette Allah'a tek başına hesap verecektir. Aynı hatayı bir kişi cahilliğinden, bir kişi yanıldığından, bir başka kişi ise kasıtlı olarak art niyetle yapabilir. Hiçbir insan bir başkasının gerçek niyetini bilemez. Ancak Allah tüm insanların niyetlerini, "sinelerinin özünde" sakladıklarını bilir ve onları bundan sorguya çekecektir.
"Ey iman edenler, üzerinizdeki (yükümlülük) kendi nefislerinizdir. Siz doğru yola erişirseniz, sapan size zarar veremez. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. O, size yaptıklarınızı haber verecektir." (Maide Suresi, 105) ayetiyle bildirildiği gibi her insan kendinden sorumludur. Kaldı ki söz konusu insanlar, "herkes yapıyor" bahanesini çoğunluğa kandıkları için değil, doğruyu bildikleri halde kendilerini kurtarmak için kullanmaktadırlar.
Oysa bu durumu Kuran ile değerlendirecek olurlarsa, yapılan her hatırlatmanın kendilerine mutlaka hayır getireceğinin farkına varırlar. Çünkü yanlış bir tavır aynı anda pek çok insan tarafından uygulanıyor bile olsa, Allah'ın bunun yanlışlığını o kişiye duyurmuş olması onun için büyük bir rahmettir. Olayı bu şekilde değerlendirmek yerine, çoğunluğu delil göstererek bu hatalı tavrın üzerini örtmeye çalışmak kişiye dünyada ve ahirette ancak kayıp getirir.
Yanlış tavırlarını bilinçsizce yaptıklarını iddia etmeleri
Şeytanın telkinlerine uyan kimi insanlar da yaptıkları hatalara mazeret olarak "bilgisizliklerini" öne sürerler. Oysa bu da şeytanın insanlara öğrettiği kendilerini masum gösterme yöntemlerinden biridir. Çoğu zaman aslında yanlışlığını çok iyi bildikleri kötülükleri, sanki hiç bilmeden ve farkında olmadan yapmışlar gibi kendilerini savunmaya çalışırlar. "Bilsem yapar mıydım?", "cahilliğimden, düşünemediğimden yaptım" gibi ifadelerle kendilerini temize çıkarmak isterler. Elbette ki bir insan bilmediğinden ya da cahillliğinden dolayı birtakım hatalarda bulunabilir. Ancak bu durum şeytanın etkisiyle oluşan tavır bozukluklarından çok daha farklıdır. Kişinin bakışlarına, ses tonuna, üslubuna, konuşmalarına yansıyan samimiyeti bu konudaki dürüstlüğünün anlaşılmasını sağlar. Şeytanın etkisine giren kişiler ise gerçekten bilmediklerinden değil, samimiyetsizliklerinden dolayı bu mazeretin ardına sığınmaktadırlar. Gerçekte Allah'ın Kuran'da bildirdiği güzel ahlakın gerektirdiği davranışlardan haberdardırlar. Bunun yanı sıra vicdanları da nasıl bir ahlak göstermeleri ve hangi tavır bozukluklarından sakınmaları gerektiği konusunda her an kendilerini uyarmaktadır. Kişinin buna rağmen bir tavır bozukluğu içerisine girmesi, bu ahlakı kendisine hatırlatıldığında ise bunun bilgisizliğinden kaynaklandığını söylemesi dürüst bir davranış değildir. Söz konusu kişiler bunu, kötülüğün sessiz yöntemlerinden biri olarak kullanmaktadırlar.
Kuran ahlakına uymayan bir tavrı, bilmedikleri için yaptıklarını söyleyen kimseler, bu samimiyetsizliklerini desteklemek için "kalbinde olanı Allah'tan ve kendilerinden başka hiç kimsenin bilemeyeceği" gerçeğini de kullanmaya çalışırlar. Elbette ki insanların kalplerinde olanı ancak Allah bilebilir. İnsanlar ise, bir başkasının gerçek niyetini bilemezler. Ancak şu da vardır ki, Allah insanların niyetlerini dışa yansıtan bazı alametleri Kuran ile bildirmiş ve müminlerin vicdanlarına bir kimsenin sinsiliğini ya da kötü niyetini anlayabilecekleri bir hassasiyet vermiştir. İman edenler, şeytanın etkisi altına giren kimseleri Kuran'da bildirilen bu alametler sayesinde fark edebilirler. Ancak bu kimseler, ortada, yaptıkları sinsi kötülükleri ispatlayabilecek somut deliller olmamasını samimiyetsizliklerinin üzerini örtebilmek için kasıtlı olarak kullanırlar. Bu yolla kendilerini güzel ahlaka çağıran kimselerin önünü kesip, kendilerine yöneltilen eleştirinin geçersizliğini ispatlayabileceklerini düşünürler. Oysa bu düşünce onları çok daha büyük samimiyetsizliklere sürükler. Bu yolla yaptıkları samimiyetsizliğin çevrelerindeki insanlar tarafından anlaşılmadığına inanacak olurlarsa, daha sonra bu tür bir durumla her karşılaştıklarında aynı yönteme başvurabileceklerdir.
Şeytan, nefislerini temize çıkarabilmek için insanlara kötülüğün sessiz dilinin bunun gibi daha pek çok ince metodunu öğretir. İnsanın tüm bunlardan sakınabilmesi için, aklından hiç çıkarmaması gereken önemli bir gerçek vardır. Allah Kuran'ın "... onlar, ancak kendi nefislerini saptırırlar ve sana hiçbir şeyle zarar veremezler. Allah, sana Kitab'ı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediklerini öğretti..." (Nisa Suresi, 113) ayetiyle insanların yaptıkları kötülüklerle ancak kendilerine zarar verdiklerini hatırlatmıştır. Küçük ya da büyük gizli ya da açık olsun, Allah insanlara kötülüğün her türlüsünden sakınmalarını bildirmiştir. Yanlış olan bir tavrı ispat edilemeyecek şekle getirip saklamak, insan için bir kazanç değil büyük bir kayıptır. Kuran ahlakına en uygun olan tavır, böyle bir durumda yapılan yanlışlığı samimiyetle kabul edip, bunu Allah'ın beğeneceği bir ahlak ile telafi etmek olmalıdır.
Çocuk karakteri göstererek kendilerini masum göstermeye çalışmaları
Her insan yetişkin olana kadar bir çocukluk dönemi yaşamış ve bu yaşlarda gösterdiği karakterin çevresindeki insanlar üzerindeki etkisine şahit olmuştur. Çocuk olmanın kişiye sağladığı doğal birtakım avantajları olduğunu görmüş, insanların çocuklara içten bir sempati ve anlayış ile yaklaştıklarını tecrübe etmiştir. Tüm bu tecrübeler kişilerin aklında yer etmiş ve hangi tavrın nasıl bir tepkiyle karşılaşacağı konusunda bilgi sahibi olmalarını sağlamıştır. Kimi insanlar ilerleyen yaşlarında da, sıkıştıklarını düşündükleri bazı anlarda, geçmişteki bu tecrübelerine dayanarak çocuk karakterine ilişkin birtakım özellikler gösterirler. Ancak bunları hala çocukluktan kurtulamadıkları için değil, bu şekilde davrandıklarında etraflarındaki insanlarda çocukluklarındaki gibi yine sempati, merhamet, acıma gibi etkiler oluşturabileceklerine inandıkları için yaparlar. Özellikle de hata yaptıklarında, bu tavırlarının karşılarındaki insanlar tarafından makul görülebilmesi için bu yönteme başvururlar. Çünkü çocuklar henüz bir gelişme ve eğitim süreci içerisinde olduklarından, pek çok konudaki hatalarını bilinçli olarak yapmazlar. Bundan dolayı çocuklara, gösterdikleri yanlış tavırlardan dolayı kızılmaz; aksine anlayış, hoşgörü ve şefkat ile karşılık verilir. Yaptıkları hemen herşey makul karşılanır; "çocuktur, ne yapsa yeridir", "çocuk aklı işte", "çocuktur aklı ermez" gibi değerlendirmelerle yaklaşılır. Ancak elbette ki belirli bir eğitim sürecinin ardından her insan olgun ve akıllı bir kişilik sahibi olabilecek bir seviyeye ulaşır.
Şeytanın insanlara öğrettiği önemli samimiyetsizliklerden biri olan bu kasıtlı çocuklanma tavrı, Kuran ahlakını yaşamayan insanlar arasında belki beklenen karşılığı bulabilir. Ancak iman eden kimseler, Allah'a iman eden, ahirete inanan kişilerin imani bir olgunluk, istikrarlı ve dirayetli bir kişilik gösterebilecek bir akla sahip olduklarını bilirler. Bu nedenle nefisleriyle çatıştıkları anlarda eğer çocuk karakterine benzer tavırlar gösterilirse bunların şeytanın etkisinden kaynaklandığını anlarlar. Çünkü Allah'ın insanlara bildirdiği sorumlulukların yerine getirilmesi ve Kuran ahlakının yaşanabilmesi için akıl ve şuur açıklığının gerektiğini bilirler. Aynı zamanda Allah'ın gücünü, hesap gününün varlığını, cehennem azabının zorluğunu bilerek, kolaylıkla anlayıp güç yetirilebilecek konuları bile bile anlamazlıktan gelip çocuklanmanın insana nasıl bir sorumluluk yükleyeceğinin de farkındadırlar.
Şeytan kimi insanlara tüm bu gerçekleri unutturur ve kendilerini masum gösterebilmeleri için onları bu gizli yöntemin ardına saklanmaya teşvik eder. Bazen yalnızca bir hata yaptıklarında, samimiyetsizliklerini örtebilmek için bu yola başvururlar. Kişilikli ve aklı başında bir insanın ses tonu yerine, acizliklerini ve masumluklarını ifade edeceğini düşündükleri bir çocuk sesi ile konuşurlar. Kimi zaman konuşamama taklitleri yapar; söyleyecekleri kelimeyi bulamıyormuş, ne demek istediklerini ifade edemiyormuş hatta cümle dahi kuramıyormuş gibi davranırlar. Çok heyecanlanmış, aklı karışmış ve konuyu toparlayamıyormuş gibi yaparak karşı tarafı masum oldukları yönünde etkilemeye ve kendilerini acındırmaya çalışırlar. Bir yandan da bu şekilde vakit kazanarak, kendilerini nasıl temize çıkarabilecekleri konusunda kendilerine yeni yöntemler ararlar. Halbuki konuşamama gibi bir sorunları yoktur.
Aynı şekilde bakışlarında da hiçbir sorun yoktur. Ama bu yönde de samimiyetsiz bir yola başvurur, kurnazlıklarını ve sahtekarlıklarını gizlemek için olabildiğince saf bakışlarla bakarlar. Bununla da sanki hiçbir şeyden anlamaz, sinsilik nedir, kötülük nedir bilmez bir izlenim oluşturmaya çalışırlar. Keskin, dikkatli ve akıllı bakışlarla bakabilen kimseler oldukları halde, kasıtlı olarak bu bakışlarını saklayarak çevrelerindeki insanları aldatmayı hedeflerler.
Çocuklanan sesin, kesik konuşmaların ve saf bakışların yanı sıra, -yine hiç öyle olmadıkları halde- beceriksizlik gösterileri yaparak, vermek istedikleri çocuk imajını güçlendirmeye çalışırlar. En basit şeyleri bilmiyor, beceremiyor gibi bir tavır içerisine girerler. Bununla, 'tıpkı bir çocuk gibi' sorumluluk yüklenemeyecek kimseler olduklarına kanaat getirtmeye çalışırlar. Böylece kendileri hakkında "o safi niyetlidir, kötülük yapamaz; istese de bilmez, beceremez" dedirterek şefkat duyulması gereken, zararsız ve masum bir insan imajı oluşturmaya çalışırlar. Dikkat çeken önemli bir başka özellikleri ise, işlerine geldiği zaman çocuk taklidi yapıp çevrelerindekileri gerçek hallerinin bu şekilde olduğuna inandırmaya çalışan bu kişilerin, menfaatleriyle çatıştıkları anlarda birdenbire karakter değiştirmeleridir. Bir anda çocuklanan, etrafına saf bakışlarla bakan, derdini anlatmaktan aciz, beceriksiz kişi gider, son derece dikkatli ve kişilikli bir insan gelir.
Bazen de boş bulundukları bir anda gerçek yüzleri ortaya çıkar ve şeytanın etkisi altında olduklarına dair alametler açıkça görünür. Ancak bunun fark edildiğini anladıklarında hemen toparlanır ve çevrelerine vermek istedikleri imaja uygun olarak çocuk taklidi yapmaya geri dönerler. Tüm bu samimiyetsiz yöntemler ise bu kimselerin çocuk karakterini, şeytanın bir oyunu olarak kasıtlı bir tavır olarak uyguladıklarını ortaya koymuş olur.
Görüldüğü gibi, şeytan bu kişileri telkinleriyle peşinden sürüklemekte ve istediğini yaptırmaktadır. Oysa Allah bir ayetinde "Ey iman edenler, şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o (şeytan) çirkin utanmazlıkları ve kötülüğü emreder..." (Nur Suresi, 21) sözleriyle kendilerini temize çıkarmak için şeytanın peşinden giden insanları bu ahlak bozukluğuna karşı uyarmaktadır.
Kuşkusuz bir insanın aklı başında, kişilikli, güzel bakan, güzel konuşan, yetenekli, normal, samimi bir insan olmak varken çocuk ahlakını tercih ederek kendini bunların tam tersi şekilde tanıtmaya çalışması, aklın kabul edebileceği bir tercih değildir. Bu insanların şeytanın etkisiyle böyle bir karakter sergiledikleri çok açıktır. Şeytan bu kişileri samimiyetsizliğe teşvik edip ardından da onlara bunu gizlemenin yollarını göstermiş ve çocuklanırlarsa masum görüneceklerine inandırmıştır. İman eden bir kimsenin, Allah'ın gücünü, Kuran ayetlerini bilerek samimiyetsizliğe yanaşması ise ahirette onu büyük bir azabın içerisine sürükleyebilir. Kuran'ın "... Allah'ın ayetlerini oyun (konusu) edinmeyin ve Allah'ın size verdiği nimeti ve size öğüt olarak indirdiği Kitab'ı ve hikmeti anın. Allah'tan korkup-sakının ve bilin ki, Allah herşeyi bilendir." (Bakara Suresi, 231) ayetiyle Allah insanları "ayetleri bir oyun konusu edinmemeleri" konusunda uyarmıştır. Bir kimsenin, şuuru açık ve aklı yerindeyken, Allah'ın ayetlerini açık bir şekilde kavrayabiliyorken kasıtlı olarak çocuk imajına bürünmeye çalışması bu ayetin hükmüne girebilir. (En doğrusunu Allah bilir)
Böyle bir durumda akıl ve iman sahibi bir kimsenin yapması gereken, insanların gözünde temize çıkabilmek için samimiyetsiz yöntemlere başvurmak değil, yalnızca Allah'ın rızasını kazanmayı hedeflemesidir. Bunun için yapacağı ise samimi olmak ve hatalı bir davranışta dahi bulunsa bunu örtmek yerine Allah'ın affediciliğine sığınıp tevbe etmektir.
NEGATİFLİKLERİNİ VE HOŞNUTSUZLUKLARINI
KÖTÜLÜĞÜN GİZLİ DİLİYLE
İFADE EDENLER
Kötülüğün sessiz dilini tüm insanlar arasında yaygınlaştırmaya çalışan şeytanın bu amaçla insanlara öğrettiği yöntemlerden bir diğeri de "negatiflik"tir. Negatiflik, temelde kişinin Allah'ın, -gizli ya da açık- yapılan her kötülüğü gördüğünü ve insanın ahirette tüm bunların karşılığını eksiksiz olarak alacağını unutmasından kaynaklanır. Bu şuur bulanıklığıyla ortaya çıkan negatif kişilik, gizli kötülüklerin en yoğun şekilde yaşandığı karakterlerden biridir. Şeytanın telkinleriyle negatif bir tavır içerisine giren bir kimse birbiri ardınca kötü ahlak özellikleri göstermeye başlar. Ancak tüm bunları, yine ispat edilmesinin mümkün olmadığını düşündüğü "kötülüğün sessiz dili"nin ardına sığınarak yapar.
Negatif bir ruh hali içinde olan bir kişinin aklında şeytanın etkisinden kaynaklanan çok fazla kuruntu, şüphe ve olumsuzluk vardır. Eğer şeytanın etkisinden kurtulmak isterse, elbette ki bu düşüncelerin her birine Kuran ile gereken cevabı vererek, negatif ruh halinden hemen sıyrılabilir. Ancak bu kuruntularla oyalanma halinde olduğundan, şeytanın baskısından kurtulmanın kolaylığını düşünmez. Söz konusu insanları negatif ruh haline iten sebepler ise, çoğu zaman gerçekle yakından uzaktan bağlantısı olmayan boş kuruntulardan ibarettir. Akla ve mantığa son derece uzak olan bu saçma düşünceler Kuran ile değerlendirilerek deşifre edildiğinde geçersizlikleri hemen ortaya çıkar ve şeytanın etkisi de hemen dağılır.
İnsanın aklına yer eden ve onu negatif ruh haline sürükleyen bu kuruntuların temelinde ise genellikle "hoşnutsuzluk" vardır. Nefis, Allah'ın yarattığı sayısız nimet ve güzelliğe rağmen onu hoşnutsuz olacak, karamsarlığa kapılacak, herşeyin olumsuzluklarını görecek bir ahlaka sürüklemeye çalışır. Böyle bir ahlak anlayışında ise kişi karşısına çıkan herhangi bir şeyden sebepsiz yere hoşnutsuzluk duyabilir; yaşadığı hayattan, içinde bulunduğu ortam ve şartlardan, çevresindeki insanların tavırlarından, karşılaştığı olaylardan, kendi ruh halinden, tavırlarından veya bunlar gibi daha pek çok konudan negatif bir ahlaka yönelebilir. Bazen de bu hoşnutsuzluğun sebebi, henüz yaşanmamış ve yaşanacağına dair hiçbir bilgilerinin olmadığı geleceğe yani gayba dayalı olaylardır. "Ya şöyle bir şey olursa" ya da "bunun sonucunda kesin böyle bir olay olacak" gibi tamamen karamsarlığa dayalı, ancak hiçbir gerçeklik payı olmayan olayları düşünerek hoşnutsuz olurlar.
Ancak bu düşüncelerin ve bunların ortaya çıkardığı tavırların hiçbiri Kuran ahlakına uygun değildir. Bu nedenle şeytan bu ruh halini imanları zayıf olan veya kalbinde hastalık olan insanlara yaşatmaya çalışır. Yaşanan hoşnutsuzlukların temeli kişinin çevresindeki insanlara dayalı olduğunda, şeytan bu negatif ruh halinin gizli bir dille ve ispatı mümkün olmayacak şekilde bu kimselere hissettirilmesini ister. Zira Kuran ahlakından uzak bir yaşam süren cahiliye toplumlarında bu dil, insanların birbirlerine gizli mesajlarla ne demek istediklerini ve birbirlerinden neler talep ettiklerini anlatmak için kullanılmaktadır. Şeytan bu ahlakı iman edenler arasında da yerleştirmek ve onların da imalı, nükteli ve mesaj içerikli birtakım gizli tavırlarla anlaşmalarını ister. Bu şekilde onları Kuran ahlakından uzaklaştırıp sinsiliğe ve kendi ahlakına yaklaştırabileceğini düşünür.
Şeytanın bu çağrılarına kulak asanlar ise bunun en büyük zararını yine kendileri görürler. Allah'ın rızasına ve Kuran'a uygun bir ahlak gösterilmediği sürece, sıkıntı ve huzursuzluk kişinin hayatından eksik olmaz. Yemek, içmek, uyumak, dinlenmek, nimetlerden zevk almak, dostluğun, sevginin tadını almak, neşeli, huzurlu, mutlu olmak bu insanlar için adeta imkansız hale gelir. Bunun yanı sıra yaşadıkları ruh halini ve hoşnutsuzluklarını açıkça dile getirip çözüm arayamamaları da bu kişileri büyük bir gerilime sürükler. Onlar böylesine bir zorluk ve gerilim içindeyken, karşılarındaki insanların hiçbir şeyden habersiz, rahat ve huzurlu olmaları ise bu gerilimi dayanılmaz boyutlara ulaştırır. Kimi zaman bu nedenle çevrelerindeki insanlara karşı gizliden bir öfkeye dahi kapılabilirler. Tüm bu kuruntularla içten içe kendilerini sürekli olarak doldurdukları için negatifliklerinin derecesi giderek daha da artar.
Bu kişilerin yaşadıkları negatif ruh hali, imanı tam olarak kavrayamamalarından ve Allah'a gereği gibi teslim olmamalarından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle "Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir." (Enam Suresi, 125) ayetiyle bildirildiği gibi, Allah bu kimselerin üzerine manevi bir kir çökertmekte ve onların kalbine dayanılmaz bir sıkıntı vermektedir.
İlerleyen satırlarda şeytanın kontrolüne giren insanların, kötülüğün gizli ve sessiz diliyle negatifliklerini hangi eylemlerle ortaya koyduklarını ve bunu hangi mantıklarla meşru gördüklerini anlatarak, şeytanın insanlara oynadığı bu oyunu deşifre edeceğiz.
Sessizlik ve suskunlukla yapılan gizli protesto yöntemleri
Şeytani düşüncelerin neden olduğu negatif kişiliğin özel bir ruh hali vardır. Suskunluk ise, bu ruh halindeki kimselerin en önemli silahlarından biridir. Çevrelerindeki olaylardan ya da insanlardan duydukları rahatsızlığı en iyi ifade etme şekillerinden birinin bu durgun ve sessiz halleri olduğunu düşünürler. Böylece çevrelerindeki insanların dikkatlerini kendi üzerlerine çekmek, onlara ortada olağan dışı bir şey olduğunu hissettirmek isterler. Asıl hedefleri ise içerisinde bulundukları durumun, onlardan kaynaklandığını düşünmelerini ve bunu telafi etmeye çalışmalarını sağlamaktır. Bu, Kuran ahlakından farklı bir yaşam süren insanlar arasında çok yaygın olarak uygulanan bir yöntemdir.
Kişiler birbirlerine bir şey anlatmak istedikleri zaman önce ortada tuhaf bir durum olduğunu hissedecekleri bir tavır içerisine girerler. Genellikle de bu kimselere "ne oldu, neyin var, canın bir şeye mi sıkıldı, nasıl yardımcı olabilirim?" gibi sorular sorularak bu ruh halinden kurtulmaları sağlanmaya çalışılır. Karşı taraf ise içerisinde bulunduğu ruh halinin bir gereği olarak, bu tür iyi niyetli sorulara da aynı tutuk tavır içerisinde karşılık verir. "Yok bir şey", "sana öyle gelmiş", "uykusuzum, yorgunum ondandır" gibi, kasıtlı olarak geçiştirici yanıtlar verirler. Bunun dışında ise mümkün olduğunca hiçbir konuda yorum yapmaz, konuşulan konulara katılmaz ve sessiz kalırlar. Arada sırada kısa cümlelerle söze girdiklerinde de soğuk ve resmi bir üslup kullanmaya özen gösterirler. Özel bir ses tonuyla "evet", "hayır" ya da "bilmiyorum" gibi kısa ve kestirme cevaplar verirler. Dikkatlerini çekmek istedikleri kişiler gelip kendileriyle ilgileninceye ve hatta istedikleri gibi üzerlerine düşünceye kadar bu protestolarını sürdürürler. Bunu elde ettiklerinde de yine bir süre daha ağırdan alır, bu durum kendi iradeleri dışında gelişiyor imajı verebilmek için, 'zamanla açılıyormuş' gibi bir tavır içerisine girerler.
Birkaç soru, biraz ilgi ve ihtimamın ardından yavaş yavaş ses tonlarını normale döndürür, ara ara konuşmalara katılır, ara ara zor da olsa neşelenebiliyormuş gibi yapar ve en sonunda da normal hallerine dönerler. Bu şekilde ağırdan almalarının nedeni, karşılarındaki insanlara bu olumsuz ruh halinin karşı tarafın hatalı tavırlarından kaynaklandığını ve dolayısıyla yine ancak onların tavırlarını değiştirmeleriyle değişebildiğini ispatlamış olmaktır.
Bazen de çevrelerindeki insanların dikkatlerini ve ilgilerini üzerlerine çekebilmiş olmaları da bu tavır bozukluklarının ortadan kalkması için yeterli olmaz. Şeytan bu kimseleri negatif bir ruh haline yöneltip suskunlaştırırken onları ne istediklerini tam olarak bilmez bir tavır içerisine sokar. Bu durumda ilgi gösterilse de, gösterilmese de tavırlarını değiştirmezler. Söz konusu kişi bir kez şeytana uymuş ve böyle olumsuz ve protesto eden bir kişilik sergilemeye başlamıştır ve aslında bundan istediği anda kurtulabilecek bir iradeye de sahiptir; çünkü bunu kendi isteğiyle kasıtlı olarak yapmaktadır. Ancak mevcut ruh halinin ne ile çözüleceği belli değildir; eğer bir anda bu samimiyetsiz tavırdan vazgeçip aklı başında bir kişilik gösterecek, canlı, konuşkan olacak olursa, bu onun diğer tavırlarını kasıtlı olarak yaptığını kesin olarak ortaya çıkaracaktır. İşte başında şeytana uyarken bu detayı göz ardı ettikleri için, daha sonra bu durumdan kurtulmak istedikleri halde, samimiyetsizliklerinin deşifre olmaması için sessiz protestolarını sürdürmeyi tercih ederler. Şeytan da bu durumdan yararlanır ve sözde kurtarmak adına onları başka gizli kötülüklerin içine sürükler.
Böyle bir durumda en büyük zararı ise yine şeytana kulak veren insanların kendileri görürler. Yaşadıkları olumsuz ruh hali nedeniyle mutsuz ve huzursuz olur, sürekli olarak birtakım hesaplar peşinde koşmalarından dolayı içlerinden geldiği gibi davranamazlar. Vicdanlarının sesini bile bile dinlemedikleri için, bir süre sonra artık doğru yolu göremeyecek, yaşadıkları zorluklara çözüm bulamayacak hale gelirler. Allah, şeytanın telkinlerine kapılan ve bunda direnen kimselerin anlayışlarını kapatır ve onları kendi samimiyetsizlikleri içinde debelenip duran aciz kimseler haline getirir. Bunun ardından, önceleri kasıtlı olarak protesto amacıyla yaptıkları suskun, içine kapalı ve durgun hallerini asıl kişilikleri haline getirirler. Şeytanın verdiği azap ile akılları durgunlaşan ve dilsizleşen bu insanların hem aklen hem de fiziksel olarak güçleri kırılır. Kuran ayetlerinde verilen örnekler bu gibi insanların ruh hallerine şöyle dikkat çekmektedir:
Allah şu örneği verdi: İki kişi; bunlardan birisi dilsiz, hiçbir şeye gücü yetmez ve herşeyiyle efendisinin üstünde (bir yük), o, onu hangi yöne gönderse bir hayır getirmez; şimdi bu, adaletle emreden ve dosdoğru yol üzerinde bulunanla eşit olabilir mi? (Nahl Suresi, 76)
Bir başka Kuran ayetinde ise "Gerçek şu ki, Allah Katında, yerde debelenenlerin en kötüsü, (bir türlü) akıl erdirmez olan sağırlar ve dilsizlerdir." (Enfal Suresi, 22) sözleriyle, bu kimselerin durumuna dikkat çekilmektedir. Kuran ahlakında ise böyle sessiz bir dilin, imalı hareketlerin, şeytanın etkisiyle yapılan negatif tavırların yeri yoktur. Müminlerin her konudaki ölçüsü Kuran'dır. Ortada yanlış bir şey varsa Kuran ahlakının gereği, bunun akıllı bir üslupla, sözün en güzeliyle açıkça söylenmesidir. Ayrıca iman edenler vicdanlarının sesini esas aldıkları için, Kuran'a uygun her hatırlatmadan öğüt alıp buna daha güzeliyle karşılık vereceklerdir.
Gözlerde gizlenen hainlik ve yüzdeki karanlık ifade
Gözler, bir insanın ruhunda yaşadığı tüm duyguları yansıtan önemli bir samimiyet ölçüsüdür. İman eden kimseler gözlerinin bu özelliğini en hayırlı şekilde kullanır, sözleriyle ve tavırlarıyla olduğu kadar gözleriyle de güzel ahlaklarını ortaya koyarlar. Dolayısıyla yüzlerinde son derece aydınlık, nurlu ve temiz bir ifade hakimdir. Bakışlarından Allah'a derin bir teslimiyetle bağlı oldukları, dürüst, güvenilir, samimi, akıllı, vicdanlı ve huzurlu kimseler oldukları anlaşılır.
Şeytanın etkisi altına giren kimselerin yüzlerinde ise bu özellikleri görebilmek genellikle mümkün olmaz. Şeytanın kendilerine telkin ettiği negatif ruh hali nedeniyle yüzlerinde huzur ve güvenlik ifadesinden eser yoktur. Aksine kalplerindeki olumsuz düşüncelerin yüzlerine yansımasından dolayı karanlık, ne düşündüğü belli olmayan, anlaşılmaz bir ifadeleri vardır. Her ne kadar yaşadıkları şeytani ruh haline dair hiçbir delil vermediklerini düşünseler de, aslında yüzlerinin bu hali, hayırlı ve iyi düşünceler içinde olmadıklarının bir delilidir. Bu yüzün ardında daha nelerin gizlendiğinin bilinememesi ise tedirgin edicidir.
Elbette ki söz konusu kişiler de yüzlerinde oluşan bu negatif etkinin, karanlık ve zilletin farkındadırlar. Belki bir olaydan, belki bir kişinin tavırlarından belki de hiçbir gerçeklik payı olmayan, tamamen kafalarında kurdukları düşünceleri samimiyetsizce yorumlamalarından dolayı bu negatif ruh haline girmişlerdir. Ve bu hoşnutsuzluklarını da gizliden gizliye çevrelerindekilere anlatabilmek için bu şeytani metodu kullanmaktadırlar. Allah Kuran'da yaptıkları kötülükler nedeniyle vicdanları kararan insanların yüzlerini bir zillet bürüdüğünü bildirmektedir:
Kötülükler kazanmış olanlar ise; her bir kötülüğün karşılığı, kendi misliyledir. Bunları bir zillet sarıp kaplar. Onları Allah'tan (kurtaracak) hiçbir koruyucu yok. Onların yüzleri, sanki bir karanlık gecenin parçalarına bürünmüş gibidir. İşte bunlar ateşin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. (Yunus Suresi, 27)
Yüzleri adeta bir gece kadar karanlık olan bu insanların bakışları normal değildir. Gözlerinde rahat, huzurlu ve mutmain bir ifadeye rastlamak çok zordur. Yoğun olarak negatif bir ruh hali içinde olduklarından tedirginlikleri ve tevekkülsüzlükleri gözlerine yansır; bu gerilim gözlerinde fiziksel anlamda da bir kasılma oluşturabilir. Gözler olabildiğince küçülür ve donuklaşır. Zihinleri nasıl şeytanın etkisinde ise aynı şekilde gözleri de yoğun olarak şeytanın etkisi altındadır. Yoksa bir insanın gözleri ortada hiçbir şey yokken sebepsiz yere böyle bir hal almaz; mat ve anlamsız bakışlarla bakmaz. Samimi, dürüst normal bir insanın gözü açık, canlı ve parlaktır. Yaşadığı olaylar doğrultusunda gözünde çeşit çeşit insani anlamlar oluşur. Böyle bir insanın gözlerine rahat bakılabilir ve bağlantı kurulabilir. Şeytanın etkisinde olan insanların gözlerine bakmak ise son derece zor ve yorucudur. Bu kişi ile aynı ortamda bulunulduğu sürece üzerindeki negatif etki, orada bulunan diğer tüm insanları huzursuz eder.
Bu noktada şunu da belirtmek gerekir ki, elbette bu bakış bozukluğunu düzeltebilmek tamamen kişinin kendi iradesinde olan bir durumdur. Kalbindeki kuruntuları, şeytandan gelen kötü düşünceleri bir kenara atıp yerine Kuran ahlakına uygun hayırlı düşünceler koyduğu zaman, yüzü de bakışları da Allah'ın izniyle aydınlanacak ve güzelleşecektir. Hatta güzel ahlakı ve Rabbimiz'e olan teslimiyeti doğrultusunda yüzündeki nur, bakışlarındaki anlam da giderek derinleşecektir. Ancak söz konusu kişiler bu bakışları belirli hedefler doğrultusunda kasıtlı olarak yaptıkları için bu durumu ortadan kaldıracak bir çaba harcamaktan da kasıtlı olarak kaçınırlar.
Allah insanları tanımada ve teşhis etmede bakışların önemine Kuran'ın pek çok ayetinde işaret etmiş; "Eğer Biz dilersek, sana onları elbette gösteririz, böylelikle onları simalarından tanırsın..." (Muhammed Suresi, 30) ayetiyle yüz ifadelerinin münafıkları tanıtan önemli bir özellik olduğunu belirtmiştir.
Allah Kuran'da Peygamberimiz (sav) döneminde yaşayan bir grup samimiyetsiz insanın bakışlarından da örnekler vermiştir. Bir ayette, Peygamber Efendimiz (sav)'e olan bakışlarındaki bozukluğun şiddetini "O inkar edenler, zikri (Kuran'ı) işittikleri zaman, seni neredeyse gözleriyle devireceklerdi..." (Kalem Suresi, 51) şeklinde bildirmiştir.
Oysa ne şekilde bakarsa baksın her insanın unutmaması gereken önemli bir gerçek vardır; Allah kendisini her an görmektedir. Kuran'ın "Gözler O'nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder. O, latif olandır, haberdar olandır." (Enam Suresi, 103) ayetiyle Allah bu durumu insanlara bildirmiştir. Bir başka ayette ise "(Allah,) Gözlerin hainliklerini ve göğüslerin sakladıklarını bilir." (Mümin Suresi, 19) hükmüyle haince bakan gözlere, bu kişilerin kalplerinde sakladıklarına dikkat çekilmiştir.
Şeytanın etkisine kapılarak, bazı kötü ahlak özelliklerini kalplerinde gizlice yaşatan bu insanların göz ardı etmemesi gereken çok önemli bir konu daha vardır. Bu kimseler gerçek niyetlerini tavırlarında belki açıkça göstermiyor ve kötü ahlak özellikleri içeren davranışlardan titizlikle sakınıyor olabilirler. Ancak unutulmamalıdır ki kişinin yaşadığı şeytani ruh halini yansıtan gözlerindeki ifade de ona ahirette büyük sorumluluklar yükleyebilir. Bir insan diğer her tavrına çok dikkat ettiği halde sırf içinde gizlediği ve bakışlarına yansıyan kötülüklerden dolayı günaha girebilir, Allah'ın rızasını ve cennetini kazanamayabilir. (En doğrusunu Allah bilir) Allah Kuran'da, dünya hayatında sorumsuzca yüklendikleri nedeniyle ahirette büyük bir pişmanlığa kapılacak olan kimselerin varlığını hatırlatarak, tüm insanları bu tehlikeye karşı uyarmaktadır:
... Öyle ki, saat (kıyamet günü) apansız onlara geliverince, günahlarını sırtlarına yüklenerek: "Onda (dünyada) sorumsuzca yaptıklarımızdan dolayı yazıklar olsun bize…" derler. Dikkat edin, o işleyip-yüklendikleri ne kötüdür. (Enam Suresi, 31)
Olumsuz ve karamsar bir üslup kullanmaları
Şeytan, sinsice kontrolü altına aldığı insanları Kuran dışı bir tavır içerisine sürüklemek için onlara çeşitli olumsuz konuşma yöntemleri öğretir. Bu konuşma üslubunun, içerdiği şeytani yönlerin ispat edilmez olmasına büyük özen gösterilir. En temel özelliklerinden biri ise, ilk bakışta olumlu bir konuşma gibi görünmesidir. Dinleyen, konuşan kişinin son derece faydalı bir konuya değindiğini ve sonuçta da sözlerini yine Kuran'a uygun bir konuya bağlayacağını sanır. Nitekim konuşmanın genel çatısından bu yönde bir anlam da çıkar. Ancak aralarda çok ince metodlarla yerleştirilmiş Kuran'a uygun olmayan şeytani mantıklar olur.
Kişinin söylediği cümleler kağıt üzerinde yazılı hale getirilse belki bunu okuyan bir kişi anlatılanlarda şeytani hiçbir anlam göremeyecektir. Ancak şeytan kişiye bunları söyletirken öyle detaylarla destekler ki, kullandığı kelimeler olumlu anlamlar içerdiği halde konuşmaları dinleyenler üzerinde tam tersi bir izlenim bırakır. Yer yer yapılan vurgular, ses tonundaki iniş çıkışlar, konuların ya da cümlelerin ard arda getiriliş sırası, çeşitli mimikler, yüz ifadesi ya da bakışlarla yapılan destekler anlatılanlara çok farklı anlamlar ekler. İman sahibi bir kimse, bu tür bir konuşmayı dinlediğinde Kuran ahlakına uygun bir akla ve vicdana sahip olmasından dolayı burada gizlenen şeytani özellikleri tüm detaylarıyla fark eder.
Böylesine olumsuz bir üslupla şeytanın amaçladığı şey nedir? Asıl deşifre edilmesi gereken konulardan biri de budur. Öncelikle şeytan iman edenler arasında fitne çıkarmak, onları gizliden gizliye olumsuz düşüncelere sevk edip karamsar bir ruh haline sokmak, aralarındaki kardeşliği, birlik ve beraberliği bozmak, huzurlu ve neşeli olmalarını engellemek ve sonuç olarak da onları Kuran ahlakından uzaklaştırmak ister. Etkisi altına aldığı kişilerin ağzından yaptığı gizli kötülükler içeren konuşmalarla bu hedefine ulaşabileceğini düşünür.
Ancak elbette ki samimi iman eden kimseler arasında böyle bir şey kesinlikle mümkün olmaz. Herşeyden önce iman sahipleri Allah'ın rahmeti ve koruması altındadırlar. Allah samimiyetlerinden ve her işlerinde Allah'ı vekil edinmelerinden dolayı onları şeytanın ya da ona uyan insanların şerrinden korumaktadır. Onları doğru yolları üzerinde daimi kılmakta, Kendi Katından verdiği üstün bir akıl, anlayış ve teşhis yeteneği ile onların bu tür oyunları görmelerini ve bertaraf etmelerini sağlamaktadır. Dolayısıyla şeytanın bu yöndeki tüm çabası boşa çıkmış olur.
İman eden insanlarla birarada olup da şeytana uyan insanlar ise aslında onun bu hedeflerini çok iyi bilmektedirler. Ancak şeytana hizmet ederken kendilerince çok daha farklı hedefler peşindedirler. Çevrelerine bir şeylerden rahatsızlık duyduklarını belirtmek istediklerinden şeytanın onlara ilham ettiği bu yöntemi bilerek kullanırlar. Gizliden gizliye ortaya koydukları olumsuz üsluplarıyla dikkat çekmek, ilgi toplamak, üzerlerine düşülmesini, isteklerinin yapılmasını sağlamak isterler. Kuran ahlakını yaşadıkları takdirde, vicdanlarını akıllarını kullanarak samimiyet ve dürüstlükle elde edebilecekleri nimetleri, şeytani yöntemlerle kazanmaya çalışırlar. Bu da kesin olarak çıkmaz bir yoldur. Müminler şeytani yöntemlerle ortaya koyulan taleplere hiçbir zaman için karşılık vermezler. İman sahipleri şeytanın kışkırtmalarına karşı insanları Kuran ahlakına çağırmakla yükümlüdürler. Şeytan insanları aksi ihtimallerle kandırmaya, onları kendi yöntemleriyle mutluluğu yaşayabileceklerine inandırmaya çalışır. Ancak şeytan insanlara aldatmacadan başka bir şey vadetmez.
Hiçbir insan sürekli olumsuz konuşan, rahatsız edici bakışlarla bakan, ısrarla sessiz, suskun ve küskün bir tavır gösteren, herşeyin olumsuz yönünü görüp, karamsar yorumlar yapan bir insandan hoşlanmaz. Böyle bir insan mutlu olamayacak ve güzel bir hayat yaşayamayacaktır. Tek çözüm kötülüğün gizli ya da açık her türlüsünden sıyrılıp Allah'ın dinine teslim olmak, Kuran ahlakını yaşamanın huzurunu tatmaktır.
Çevrelerindeki güzellikleri ve nimetleri dile getirmekten kaçınmaları
Şeytanın telkinlerine kapılarak herşeye olumsuz gözle bakan kimseler bir süre sonra içinde yaşadıkları sayısız nimet ve güzelliği göremeyecek hale gelirler. Çevrelerindeki herşeye eleştirme, kusur bulma gözüyle baktıkları için zihinlerini yalnızca bu tür düşünceler meşgul eder. Bu nedenle konuşmalarında genellikle huzursuz oldukları konulardan yakınıp durur ancak Allah'ın kendileri için yaratmış olduğu nimetlerden bahsetmezler. Kendilerince kusur ya da eksiklik gibi gördükleri konuları son derece akıcı bir üslupla anlatırlarken Allah'ın nimet olarak yarattığı güzellikleri dile getirmezler. Çünkü bu ahlakı yaşayan insanlar şeytanın yoğun etkisiyle yalnızca kendilerine kusurlu görünen şeylere dikkatlerini vermektedirler.
Oysa şu gerçek çok iyi bilinmelidir ki, insanın sahip olduğu nimetler kendisine ait değildir. İnsan asla böyle haksız bir iddia ve sahiplenme içinde olmamalıdır. En küçüğünden en büyüğüne tüm nimetler yalnızca Allah dilediği, lütfettiği için, kullarına olan sonsuz rahmetinden dolayı vardır. İnsanların sahip oldukları herşey Allah onlara lütfettiği için kendilerinde bulunmaktadır. Allah Kuran'da sahip olduğu nimetler için "Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir" (Kasas Suresi, 78) diyen Karun adlı kişinin nasıl yanlış bir tavır içerisinde olduğunu ve bundan dolayı nasıl ibret dolu bir akıbete uğradığını şöyle bildirmektedir:
Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah'a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden de değildi. (Kasas Suresi, 81)
Karun'un durumu tüm insanların üzerinde düşünüp ibret alması gereken bir gerçeğe işaret etmektedir. Allah yeryüzündeki tüm kullarına sayısız nimet vermektedir. Ancak yukarıda belirttiğimiz gibi negatif bir kişilik geliştiren insanların büyük bir kısmı belki de müminlerle birlikte yaşarken içerisinde bulundukları refah ortamının ve rahatlığın verdiği cesaretle böyle bir karakter gösterebilmektedirler. Mutlu olabilecekleri, şükredebilecekleri onca nimete karşın yakınmaları nankörlüklerinin göstergesidir. Oysa sahip oldukları nimetler ellerinden gidecek olsa, açlık, hastalık, zorluk gibi durumlarla karşılaşsalar, böyle bir tavra güç yetiremeyeceklerdir. Tam aksine küçücük bir nimet bile onlar için çok değerli olacak, bunun kıymetini en iyi şekilde bilecek ve şükredici bir ahlak göstereceklerdir.
Allah "Rabbinin nimetini durmaksızın anlat" (Duha Suresi, 11) ayetiyle insanları sürekli olarak nimetleri anmak ve anlatmakla yükümlü kılmıştır. Bir başka ayetinde ise Allah, insaların çevrelerini kuşatan nimetlerin çokluğunu bildirerek onlar üzerindeki rahmetini şöyle hatırlatmıştır:
Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nahl Suresi, 18)
Kuşkusuz akıl ve mantık sahibi her insan bu gerçeği çok açık bir şekilde görebilir. Bunun için özel bir çaba harcamasına gerek yoktur; sadece çevresine dönüp bir bakması yeterlidir. O halde neden bazı insanlar bu durumu anlamazdan gelmekte, neden bu güzellikleri fark ettiklerini dile getirmemekte, neden bunların sevincini ve neşesini yaşamaktan kaçınmaktadırlar? Çünkü bu şeytanın etkisiyle gerçekleşir; şeytan insanların bu gerçeğin şuurunda olarak yaşamalarını istemez. Bu nedenle kendisine kulak veren insanların dikkatini boş kuruntulara çeker ve onları vesveselerle oyalar, böylece bunlardan başka hiçbir şey düşünemeyecek hale gelmelerini ve Allah'ın üzerlerindeki rahmetini takdir edememelerini ister.
Ancak burada şunu da belirtmek gerekir ki, kimi zaman da şeytan insanlara doğrudan böyle bir etkide bulunmaz. İnsanları bu bölümde ele aldığımız negatif kişiliğe sürüklemesi onun için yeterli olur. Böyle bir ahlak anlayışı geliştiren kişi, artık olumsuzlukları kendi kendine bulur, sırf aksilik olsun diye güzellikleri dile getirmekten, güzel sözler söylemekten kaçınır. Bu kimseler Allah'ın kendileri için yarattığı nimetleri tüm detaylarıyla gördükleri halde, çevrelerindeki insanlara birşeylerden "hoşnutsuzluk duyduklarını" belli edebilmek için kasıtlı olarak bunları dile getirmezler. Bu, şeytanın insanlara öğrettiği sinsi ve sessiz dil ile verilen mesajlardan biridir. Herkesin sevinçle karşıladığı güzel bir haberi duymazlıktan gelir; herkes bu konuda şevk ve heyecanla samimi yorumlarda bulunurken, bu kişi ne konuşanları tasdik eder ne de kendisi bir söz söyler. Çok mecbur kaldığında söylediği kısa birkaç sözü de özellikle soğuk ve ilgisiz bir ses tonuyla söyler. Bu şekilde, o ortamda bulunan diğer insanlardan çok daha farklı bir ruh hali içerisinde olduğunu, bir şeylerden memnuniyetsizlik duyduğunu; hatta konu edilen müjdeli ve sevinçli haberin bile onu bu ruh halinden kurtaramadığı mesajını vermiş olur. Oysa elbette ki ortaya konulan bu çaba tümüyle yapmacıktır. Söz konusu kişi istese anında bu ruh halinden kurtulabilecek bir iradeye sahiptir. Ancak bunu kasıtlı olarak istememekte, kasıtlı olarak bu şeytani ahlakı sürdürmektedir. Nimetlerden, güzelliklerden bahsedecek olursa üzerindeki negatif hava hemen dağılacak, doğruyu görebilecek ve Kuran ahlakının gereğine uygun bir ahlak gösterebilecektir. Bunu istemediği için, içten içe şeytanın sesini dinlemenin üzerinde oluşturduğu ağırlıkla kasıtlı olarak suskun kalmaktadır. Şeytan kurduğu tuzaklarla, insanlara yaptıkları kötü amelleri güzel göstermekte, kendi irade ve istekleriyle onları kendilerine zarar verecek bir sistemin içine sürüklemektedir.
Kuran ayetlerinde nankör bir tavır göstererek Rabbimiz'in nimetlerini anmaktan kaçınan insanların aslında gösterdikleri bu ahlakın şuurunda oldukları şöyle bildirilmektedir:
Gerçekten insan, Rabbine karşı nankördür. Ve gerçekten, kendisi buna şahiddir. (Adiyat Suresi, 6-7)
Bir başka ayette ise Allah söz konusu kişilerin aslında nimetleri görebilen kimseler olduklarını şöyle belirtmiştir:
Onlar, Allah'ın nimetini biliyorlar, sonra da inkar ediyorlar; onların çoğu inkar edenlerdir. (Nahl Suresi, 83)
Oysa bu durumda kişinin hemen Allah'a sığınması; Kuran ahlakına uygun olmayan bir davranışta ısrar ettiği takdirde Allah'ın azap ile karşılık verebileceğini hatırlaması gerekir. Böyle bir kimse Rabbimiz'in sonsuz gücü karşısındaki aczini, O'nun rahmetine muhtaç olduğunu düşünerek, böyle bir cesaret göstermeye güç yetiremeyecek bir ahlak içerisinde olmalıdır.
Unutulmamalıdır ki Allah'ın verdiği sayısız nimeti takdir edemez hale gelen bu kişiler, bir süre sonra artık isteseler de sahip oldukları nimetlerden zevk alamayacak hale gelebilirler.
Negatif bir ahlak yalnızca kişinin kendisine zarar verir
Bu kimselerin şeytanın etkisiyle yaşadıkları ruh haline ve bundan dolayı çektikleri sıkıntıya bakıldığında, çevrelerindeki insanlara gizli mesajlar verebilmek için büründükleri bu karakterin kendilerine nasıl bir tahribatla geri döndüğü çok açık bir şekilde görülebilecektir.
Saatler, günler, aylar boyunca bu kimselerin akıllarını meşgul eden ve bir türlü kurtulamadıkları olumsuz düşünceleri şöyle örneklendirebiliriz:
Vicdan azabı çektiği olayları kendi kendine tekrarlamak, etrafında kötü insanlar olduğunu iddia etmek, vicdanına hiçbir şekilde teslim olmamaya kararlı olmak. Çevresindekileri tedirgin etmek, kibirli olmakta inat etmek. Her zaman en kötü ihtimalin gerçek olduğunu düşünmek. Sevilmemek için elinden geleni yapmak ve sonra da 'niçin sevilmiyorum' diye şaşırmak, hüzünlenmek. Herşeye olumsuz bakmak ve herşeye karşı çıkmak sonra da mutlu olacak hiçbir şey olmadığını söylemek. Her gittiği yere sıkıntısını ve vesveselerini de götürmek ve başkalarından sıkılmak. Terslenmeyi huy edinmek. Kendini çirkinleştirmek için elinden geleni yapmak, sonra buna üzülmek.
Bunlar şeytanın, telkin ettiği olumsuz bakış açısıyla insanlara kurduğu tuzaklardan yalnızca çok az bir kısmıdır. Şeytanın etkisine girerek negatif bir bakış açısıyla hareket eden bir kişi, neredeyse kendi kendisinin düşmanı olur. Herşeyin sonsuz merhamet sahibi olan Allah'ın kontrolünde olduğunu unuttuğundan daimi bir korku ve karmaşa içinde yaşar. Bu sıkıntılı ruh hali nedeniyle içine kapanır; yalnızlığı tercih eder. Çünkü böyle bir durumda hüznünü umutsuzca yaşayacak ve rahat rahat hayali kurgular yapacak zamanı olacaktır. Allah'ı unutmuş ve insanları ön plana çıkararak onlara yönelmiş bir düşünce şekli, bu insanlara kendi kendilerine azap vermeleri için çok geniş imkanlar verir. Gidilecek bir toplantı, kaçırılmış bir otobüs ya da beğenilmeyen bir kıyafet gibi nedenler bile büyük felaketlermiş gibi olağanüstü bir önem kazanır. Kişi bunları önemsememesi gerektiğini her ne kadar kendine kanıtlamaya çalışsa da bulduğu kanıtların hiçbir etkisi olmaz. Çünkü bulunduğu ruh hali içinde bu mümkün değildir. Herşeyin Allah'ın bilgisi dahilinde başına geldiğini unutmakta; insanları ve olayları kendisinin yönlendirmesi gerektiğine inanmaktadır. Buna bir türlü güç yetiremediğini gördüğünde ise yıkıma uğramaktadır.
Böyle bir durumda en güçlü bedenin bile gerginlikten çöküntüye geçmesi kaçınılmazdır. İnsanların ve olayların Allah'tan bağımsız olduğunu düşündükleri için, hayırları ve güzellikleri göremeyen, tamamiyle olumsuz bir bakış açısına sahip olan bu kişileri, bir noktadan sonra artık hiçbir şey ilgilendirmez. Herşeye karamsar bir gözle bakarlar. Her ne kadar kendilerine itiraf edemeseler de mutluluğa, sevgiye inanmazlar artık. İçinde bulundukları durumu düşündükçe sıkıntıları daha da artar. Umutsuzluk onlara çok zor gelir. Biri kendisine iltifat edecek olsa, onunla alay ettiğini sanır, birinden iyilik görecek olsa, bunu kendisini küçük düşürmek için yaptığına inanır. Birileri bir şey gizleyecek olsa bunun kendisiyle ilgili, aleyhinde bir konu olduğunu düşünür. Kafası sürekli sağlıksız bir şekilde çalışır ve bunun Kuran ahlakını yaşayıp, Allah'a tevekkül etmekten başka bir çözümü yoktur. Çünkü en iyi olaylar bile kendisini Allah'a teslim etmeyen, negatif bakan ve kendisini mutsuz hisseden bir insanı memnun edemez. Allah Kuran'da bu kimselerin ruh haline "Rabbimiz, mutsuzluğumuz bize karşı üstün geldi…" (Müminun Suresi, 106) ayetiyle işaret etmektedir.
Oysa Allah'ın dilemesiyle her türlü kötülükten kurtulmak insanın kendi elindedir. Allah bu gerçeği Kuran'ın pek çok ayetiyle insanlara bildirmiştir. Allah nefse hem kötülüğü hem de ondan sakınmanın yollarını ilham etmiştir. Dolayısıyla her insan yaratılıştan bu imkana sahiptir. 'Elimde değil' diyerek, ümitsizliğe kapılmak ise ancak Kuran'ı bilmeyen, din ahlakını yaşamayan bir kimse için söz konusu olabilir. Müminler böyle aciz ve güçsüz bir konuşmanın, iman ahlakıyla bağdaşmayacağını bilirler.
Bir insanın rahat, neşeli ve huzurlu olabilmesi, ancak Allah'a kendisini teslim etmesiyle ve yalnızca O'na yönelmesiyle mümkündür. Allah'ın razı olacağı tavır insanın bu olumsuzluğa ve bunun getirmiş olduğu hüzne karşı koymasıdır. Allah Kuran'da gerçekten iman edenler için korku ve üzüntü olmadığını haber vermiştir:
Müminlerin kalplerine, imanlarına iman katıp-artırsınlar diye, 'güven duygusu ve huzur' indiren O'dur. ... (Fetih Suresi, 4)
... Bundan sonra size Ben'den bir hidayet geldiğinde, kim Benim hidayetime uyarsa, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır." (Bakara Suresi, 38)
HAKSIZLIĞA UĞRADIKLARI İDDİASIYLA
ORTAYA ÇIKANLAR
Şeytanın sinsi ve sessiz dili, kimi zaman masum, kimi zaman da son derece negatif ve elektrikli, duyarsız, soğuk ve mesafeli, umudunu yitirmiş, tevekkülsüz, hırçın ve kibirli bir karakter ile kendini göstermektedir. Ancak bunlar ve benzeri diğer başka şeytani karakterlerin en önemli çıkış noktalarından biri "haksızlığa uğrama iddiası"dır. Bu iddiayla ilk ortaya çıkan ise yine şeytan olmuştur. Kuran ayetlerinde şeytanın haksızlığa uğrama mantığıyla ortaya çıktığı ve bu iddia ile Allah'ın emrine itaatsizlik ettiği görülmektedir. Kuran'da şeytanın bu durumu şöyle bildirilmektedir:
"Andolsun, Biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: "Adem'e secde edin" dedik. Onlar da İblis'in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı. (Allah) Dedi: "Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?" (İblis) Dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın." (Allah:) "Öyleyse ordan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin." (Araf Suresi, 11-13)
Şeytan, Allah'ın, Hz. Adem'e secde etme emrine karşı gelmiş ve "... Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın beşere secde etmek için var değilim." (Hicr Suresi, 33) diyerek "kendisinin Hz. Adem'den daha üstün olduğu"nu öne sürmüştür. Kendi mantığıyla çarpık bir çıkarım yapmış ve haksızlığa uğradığını düşünerek isyan etmiştir. (Allah'ı tenzih ederiz) Kendi çarpık ölçülerine göre kendi yaratılış malzemesi olan ateş, insanın yaratılış malzemesi olan çamurdan çok daha hayırlıdır. Böyle üstün bir yaratılışa sahip iken insana secde etmesi, onun ölçülerine ters düşmektedir. Bu sapkın ve isyankar ahlakı nedeniyle kibirlenmiş ve Allah'ın emrine itaat etmemiştir. Bir ayette "Ve meleklere: "Adem'e secde edin" dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kafirlerden oldu." (Bakara Suresi, 34) sözleriyle bildirildiği gibi, kibirden kaynaklanan bu sapkın mantığı onu inkara sürüklemiştir.
Bu durum bize haksızlığa uğrama psikolojisinin ne kadar tehlikeli ve ne kadar şeytani bir düşünce şekli olduğunu açıkça göstermektedir. Din ahlakıyla hiçbir şekilde bağdaşmayan haksızlığa uğrama iddiası, kişileri Allah'a isyana (Allah'ı tenzih ederiz), dini inkara ve bunların sonucunda da sonsuz cehennem ateşine sürükleyebilecek bir düşüncedir.
Bu tavır bozukluğunun insanlarda ortaya çıkış şekli ise çok çeşitlidir. Şeytan kimi insanlarda haksızlığa uğrama düşüncesini öyle derin bir inanç haline getirir ki bu kimseler Allah'a isyan ederek inkara saparlar. Allah'a inanan, Allah'ın sonsuz adaletini, herşeyi hayır ve hikmetle yarattığını bilen ancak zayıf bir imana sahip olan insanlara ise şeytan çok daha sinsi yöntemlerle yaklaşır. Onlara kendilerini kandırıp, bu düşüncelerinin de aslında tümüyle 'iyi niyetlerinden, daha iyi olma isteklerinden' kaynaklandığına inandırabilecekleri metodlar öğretir. Çünkü şeytan da kendisini aynı bu metodlarla ikna etmiştir. Kuran'da şeytanın, dünya hayatında kendisine verilen süre boyunca tüm insanlığı Allah'ı inkar etmeye çağırdıktan sonra ahirette Allah'tan korktuğunu söylediği bildirilmektedir:
Şeytanın durumu gibi; çünkü insana "İnkar et" dedi, inkar edince de: "Gerçek şu ki, ben senden uzağım. Doğrusu ben, alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım" dedi. (Haşr Suresi, 16)
Kuran'da verilen bu bilgi, din aleyhinde yürüttüğü onca çabaya, kınanıp lanetlenerek cennetten kovulmasına rağmen, şeytanın da kendisini Allah'tan korkan biri olarak değerlendirdiğini ortaya koymaktadır. Şeytanın insanlara oynadığı oyun da işte yine bu düşünceyi temel almaktadır. Bu kimseler de Allah'tan çok korkup sakınan, halis niyetli samimi Müslümanlar olduklarını iddia ederler; ama bir yandan da haksızlığa uğradıkları iddiasıyla içten içe Allah'ın adaletinden şüpheye düşerler (Allah'ı tenzih ederiz). Kimi zaman bu fikir içlerinde giderek büyüyerek onları kamil anlamda inkara sürükler. Fakat buna rağmen bir yandan da doğru yolda olduklarını iddia ederler. Ama Allah Furkan Suresi'nde bu kişilerin gerçek bakış açılarını ve ahlak yapılarını şöyle tanımlamaktadır: "… Böylelikle onlar, hiç şüphesiz haksızlık ve iftira ile geldiler." (Furkan Suresi, 4)
İlerleyen satırlarda şeytanın insanlara öğrettiği haksızlığa uğrama psikolojisinin hangi hasta mantıklarla ortaya çıktığına detaylı olarak değineceğiz. Ancak bundan önce şeytanın bu asılsız iddiasının geçersizliğini Kuran ayetleriyle ortaya koyacağız.
Allah insanları 'bir hurma çekirdeğindeki ipince bir iplik kadar' bile haksızlığa uğratmaz
İmanı bildikleri halde şeytanın 'haksızlığa uğrama' telkinlerinden etkilenen insanlar, bu konuyu sadece birkaç dakika için açık bir şuurla değerlendirseler, şeytanın oyunundaki çelişkiyi çok açık bir şekilde görebileceklerdir. Çünkü bir insanın aynı anda hem Allah'tan çok korkması hem de haksızlığa uğradığını düşünebilmesi mümkün değildir. Allah korkusu; Allah'a karşı çok derin bir sevgi, içli bir bağlılık ve sadakat demektir. Böyle bir insan Allah'ı tüm üstün sıfatlarıyla bilip tanır ve bundan dolayı nasıl bir olayla karşılaşırsa karşılaşsın Allah'ın en güzelini en hayırlısını yarattığını, kendisine en adaletli, en merhametli şekilde karşılık vereceğini bilir. Allah'ın samimi iman eden bir insanın en yakın, en güvenilir dostu olduğundan, onu daima yardımı, sevgisi ve ihsanı ile destekleyeceğinden emindir. Tüm bu anlatılanları kavrayan bir insanın haksızlığa uğrayabileceğini düşünmesi mümkün değildir. Allah, insanlara Kuran ayetleriyle bu gerçeği bildirmiştir. Samimi iman eden bir insan için Kuran'daki bu açıklamalar, şeytanın bu yöndeki kışkırtmalarını engellemek için yeterlidir. Allah Kuran'da üstün adaletini ve insanların en küçük bir haksızlığa uğratılmayacaklarını şöyle bildirir:
"Gerçek şu ki, Allah zerre ağırlığı kadar haksızlık yapmaz..." (Nisa Suresi, 40)
Biz ise, kıyamet gününe ait duyarlı teraziler koyarız da artık, hiçbir nefis hiçbir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye) getiririz. Hesap görücüler olarak Biz yeteriz. (Enbiya Suresi, 47)
... siz 'bir hurma çekirdeğindeki ipince bir iplik kadar' bile haksızlığa uğratılmayacaksınız." (Nisa Suresi, 77)
... onlar, bir 'çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar' bile haksızlığa uğramayacaklardır. (Nisa Suresi, 124)
Kuran'ın bir başka ayetinde ise Allah böyle bir fikre kapılan insanların kalplerinde hastalık ve kuşku olduğuna dikkat çeker:
Bunların kalplerinde hastalık mı var? Yoksa kuşkuya mı kapıldılar? Yoksa Allah'ın ve elçisinin kendilerine karşı haksızlık yapacağından mı korkuyorlar? Hayır, onlar zalim kimselerdir. (Nur Suresi, 50)
Tüm bu ayetlerin ortaya koyduğu gibi, Allah'ın insanlar üzerindeki sonsuz rahmetini ve lütfunu bilerek böyle haksız bir tavır içerisine girebilenler ancak "zalim" kimselerdir. Bu, Allah'a karşı apaçık bir iftirada bulunmaktır ki, Kuran ahlakını bilerek böyle bir tavır içerisine giren bir kimsenin ahirette bu konudaki sorumluluğu da aynı derecede büyük olur. Nitekim şeytanın bu yöndeki çirkin cesaretinin karşılığı da bu nedenle çok büyük olmuştur. Allah Kuran'da haksızlığa uğradığını düşünerek isyan eden şeytanın aldığı karşılığı şöyle bildirmiştir:
(Allah) Dedi: "Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak oradan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım." (Araf Suresi, 18)
"Ve şüphesiz, din (kıyametteki hesap) gününe kadar Benim lanetim senin üzerinedir." (Sad Suresi, 78)
(Allah:) "Öyleyse oradan in, orda büyüklenmen senin (hakkın) olmaz. Hemen çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin." (Araf Suresi, 13)
Haksızlığa uğradıklarını iddia eden insanların gizli samimiyetsizlikleri
Şeytanın kendi ahlakını benimsetmeye çalıştığı insanların yaşantılarına dikkatlice bakıldığında, hayatlarının büyük bölümünü bu haksızlığa uğrama ruhu içerisinde geçirdikleri ve gösterdikleri pek çok tavrın altında hep bu düşüncenin bulunduğu görülür. Kendilerini sürekli böyle bir durum içerisinde yaşadıklarına öylesine inandırmışlardır ki, duydukları her sözü, karşılaştıkları her olayı bu bakış açısıyla değerlendirir, en alakasız olaylarda bile haksızlığa uğradıklarını düşünüp üzülebilecekleri ve karşı ataklara geçebilecekleri konular bulurlar. Allah böyle kişilerin bu bakış açılarına "... Her çağrıyı kendileri aleyhinde sanırlar..." (Münafikun Suresi, 4) ayetiyle dikkat çekmiştir.
Çoğu zaman çevrelerindeki insanların bu kimselerin gizliden gizliye böyle bir düşünce içerisinde olduklarından haberleri dahi yoktur. Bu nedenle hiç düşünmeden tüm samimiyetleriyle içlerinden geldiği gibi davranırlar. Ancak onların tüm bu samimi davranışları, şeytanın etkisi altında olan insanlar tarafından çok negatif şekilde yorumlanır. Ardından da gerçekle bağlantısı olmayan bu yorumlara kendilerini inandırır ve Kuran ahlakıyla çelişen bir ruh haline girerler. Allah'ın varlığını, kaderin mükemmel işleyişini, herşeyde hayır ve hikmet olduğunu, Allah'ın dünya hayatını bir imtihan yeri olarak yarattığını unuttukları takdirde Müslüman ahlakını gereği gibi yaşayamayacaklarını düşünmezler. Ahirette tevekkülsüzlüğün, Allah'a güvenmemenin, şüpheye kapılmanın kendilerine nasıl bir sorumluluk yükleyeceğini, şeytana uymanın insanı cehennem ateşine sürükleyeceğini akıllarına getirmezler.
Akıllarını meşgul eden en önemli düşünce, 'yaşadıkları olaylarda ne kadar haklı oldukları ama hak ettiklerinin karşılığını gereği gibi alamamış olmaları'dır. Bu düşünceye öylesine saplanmışlardır ki, haklarını elde edememiş olmalarının gizli öfkesi ve haklarını arama konusundaki gözü dönmüşlükleri tüm benliklerine hakim olmuştur. Bu aşamadan sonra olayları sağlıklı düşünebilmeleri, kendilerine yapılan hayra yönelik çağrıları kavrayabilmeleri pek mümkün olmaz. Haklılıklarını vurgulamak bu insanlar için derin bir hırs haline gelmiştir; her fırsatta bunu ispat edebilecek yeni yöntemlere başvururlar. Gece gündüz, yaptıkları her işte akıllarında bu konu vardır. Haklılıklarına ve kendilerine yapılan haksızlıklara ilişkin yüzlerce detay düşünürler. Kendilerini bu asılsız düşüncelerle öylesine ikna ederler ki, benzer bir tavır ya da sözle karşılaştıklarında kalplerinde sakladıkları hemen ağızlarından dökülüverir.
Allah, şeytanla işbirliği halindeki bu insanların yaşadıkları ruh halini bir ayette şöyle tarif etmiştir:
Ey iman edenler, sizden olmayanları sırdaş edinmeyin. Onlar size kötülük ve zarar vermeye çalışıyor, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin gizli tuttukları ise, daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık; belki akıl erdirirsiniz. (Al-i İmran Suresi, 118)
Kuran ahlakından uzak bir ruh hali içerisinde olan, ancak son derece samimi ve iyi niyetli olduklarını iddia eden kimselerin bu amaçla gösterdikleri samimiyetsiz tavırlardan ve verdikleri sessiz mesajlardan bazıları şöyledir:
Kendilerinden çok emin olmaları nedeniyle başkalarını beğenmemeleri
Şeytanın sessiz dilini kullanan insanların kişiliklerinde en baskın gelen yönlerinden biri kendilerini beğenmeleridir. Aynı şeytanda olduğu gibi, kimsenin erişemeyeceği bir tür üstünlüğe sahip olduklarını düşünürler. Başkalarının kendilerinden üstün hatta kendi seviyelerinde bile olamayacağına inanırlar. En akıllı insanın kendileri olduğunu, hiç kimsenin fark etmediği gerçekleri kendilerinin fark ettiklerini sanırlar. Bu sapkın inançları onları sürekli olarak karşılarındaki insanlara akıl vermeye, yol göstermeye iter. Bu durum, şuurlarının puslu olduğunu, şeytanda olduğu gibi bu insanların da başkalarını küçümseyerek kendilerini büyütmeye çalıştıklarını göstermektedir. Allah birçok ayetinde bu kişilerin büyüklenmeleri nedeniyle samimi iman eden insanları beğenmediklerini dile getirdiklerini bildirmiştir:
Böylece: "Allah içimizden bunlara mı lütufta bulundu?" demeleri için onlardan bazısını bazısıyla denedik… (Enam Suresi, 53)
Ve (yine) kendilerine: "İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin" denildiğinde: "Düşük akıllıların iman ettiği gibi mi iman edelim?" derler. Bilin ki, gerçekten asıl düşük-akıllılar kendileridir; ama bilmezler. (Bakara Suresi, 13)
Bu ayetlerden de anlaşıldığı gibi, sürekli artan büyüklük hisleri, karşılarındaki insanlar kendilerinden çok daha üstün ahlaklı oldukları halde, bu üstünlükleri takdir edebilmelerine engel olur. Şeytan onlara hem sessiz dilini, hem de insanlara sinsice ve kusur arayarak bakmayı öğretmiştir. Bu nedenle karşılarındaki insanların kendilerinden daha üstün bir akıl ve vicdana sahip olabileceklerini bir türlü kabul etmezler. Sürekli olarak açık ya da gizli metodlarıyla bu kıskançlıklarını ifade ederler. Her fırsatta bu kimselerde hata bulmaya çalışarak, kendilerini yüceltmeye çalışırlar. Bu amaçlarına ulaşmak için şeytani mantıklar ortaya atmaktan, Kuran ahlakına aykırı bir kişiliğe bürünmekten çekinmezler. Oysa Allah'ın Kuran'da "... Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Ve her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır." (Yusuf Suresi, 76) ayetiyle bildirdiği gibi, insanların sahip oldukları üstünlükler Allah'ın takdiriyledir. Bu nedenle insan çevresindeki insanların her zaman için kendisinden daha üstün bir ahlaka, daha derin bir bilgiye sahip olabileceğini bilen tevazulu bir ahlak sergilemelidir.
Bunun yanı sıra, müminler de birbirlerinin eksik yönlerini görür ve bunları birbirlerine anlatırlar. Ancak onların bu tavırları Allah'ın Kuran ayetleri ile iman edenleri, iyiliği emredip kötülükten sakındırmakla, insanları güzel ahlaka davet etmekle sorumlu kılmış olmasındandır. Bu nedenle müminler birbirlerinin hatalı yönlerini dile getirirken, onları daha üstün bir ahlaka ulaştırabilmek, daha çok sevilecek insanlar haline getirebilmeyi amaçlarlar. Birbirlerinin hem dünyada hem de sonsuz ahiret hayatındaki mutluluğunu hedeflerler.
Söz konusu kişiler ise açık arama gözüyle bakar ve karşılarındaki kişilerin hatalarını telafi etmelerini istemezler. Bu eksiklikleri gündeme getirmekteki amaçları yalnızca kendilerini büyütebilmek, üstünlük kazanabilmektir. Kimi zaman da aynı amaçla insani kusurları veya olağan davranışları hata olarak değerlendirip, kendilerini üstün görebilmek için suni sebepler oluşturmaya çalışırlar.
Haksızlığa uğrama psikolojisinin gizli öfkesini yaşamaları
Şeytan, kendisinden Hz. Adem'e secde etmesi istendiğinde insanlığa karşı büyük bir öfkeye kapılmış ve cennetten kovulup lanetlenmesiyle birlikte bu öfkesini büyük bir düşmanlığa dönüştürmüştür. Ve kıyamete kadar bu düşmanlığının gereğini yapacağına dair yemin etmiştir.
Şeytanın sinsi dilini kullanarak yaşayan insanlarda da şeytanınkine benzer ancak gizli bir öfke görülür. İnkar edenler bu öfkelerini inançlarıyla, yaşam tarzlarıyla, gösterdikleri cahiliye ahlakıyla açıkça ortaya koyarlar. Ancak iman ettiklerini söyledikleri halde kalplerinde gizli bir hastalık olan insanların durumu daha farklıdır. Onlar böyle bir öfkenin haksız bir öfke olacağını bilmektedirler. Çünkü Kuran ayetlerinden, Allah'ın yüce adaletinden, sonsuz merhametinden, insanlar üzerindeki koruyuculuğundan haberdardırlar. Ancak bir yandan da şeytanın etkisindeki nefisleri onları böyle bir öfkeye doğru durmaksızın kışkırtmaktadır. Bu kışkırtmalara karşı koyamadıklarında yapabildikleri, bu öfkeyi samimi iman sahiplerinden mümkün olduğunca gizlemek olur. Bazıları bu öfkeyi kasten ve isteyerek sürdürdükleri gibi bazıları da kendilerini zaman içerisinde nasıl olsa bu öfkeyi yeneceklerine inandırır ve bunu içlerinde gizlerler. Ancak içlerinde sakladıkları bu öfke -Allah'a sığınmadıkları sürece- karşı konulması çok zor bir kine dönüşür. Öyle ki onları her işlerinde, her düşüncelerinde her kararlarında yönlendirmeye ve şeytanın istediği ahlaka daha da yaklaştırmaya başlar. Bu öfkeyi asıl yönelttikleri kimseler ise aslında en güvendikleri, en sevdikleri ve en yakın dostları olması gereken iman sahipleri olur.
Allah korkuları nedeniyle son derece güzel bir ahlak gösteren, daima hakkı ve iyiliği ayakta tutmaya çalışan, kendilerine sevginin, saygının dostluğun en güzelini sunan bu insanlara karşı böyle bir öfke duymaları için geçerli hiçbir sebepleri yoktur. Şeytanın etkisinden az da olsa sıyrıldıklarında bu gerçeğin şuuruna varmakta ve yaptıklarını kınamaktadırlar. Ancak vicdanlarının bu hatırlatmasını nefislerinin ve şeytanın telkinleriyle hemen örttükleri için, böyle çelişkili bir tavrı bile bile sürdürmektedirler.
Onca üstün özelliklerine rağmen iman edenlere karşı öfke duyabilecekleri nedenleri onlara gösteren ise yine şeytan olur. Bu nedenlere kısaca bir göz atıldığında, bunların hepsinin ortak noktasının müminlerin kendilerini hayra çağırdıkları konular olduğu görülür. Şeytanın etkisi altındaki insanların gizli öfkelerinin temel nedenlerinden bazılarını kısaca şöyle sıralayabiliriz:
İman edenlerin, bu kimselerin hasta karakterlerini Kuran vesilesiyle diğer insanlardan çok daha iyi görüp analiz ediyor olmaları. Müminler, yaptıkları her işte, gösterdikleri her tavır ve söyledikleri her sözde bu kimselerin gizledikleri gerçek karakterlerini biraz daha ortaya çıkarırlar. Bu durumda bu kişiler daha fazla delil vermemek için kendilerini daha çok gizlemek ve bundan dolayı içlerine kapanmak durumunda kalırlar. Bu da kötü ahlaklarını deşifre eden müminlere karşı öfke duymalarına neden olmaktadır.
Nefislerindeki, herşeyde haklı çıkma isteği çok yoğun olmasına rağmen, Allah'ın yardımıyla her zaman müminlerin sözlerinin ve iddialarının doğrulanması. Bu nedenle nefislerinin bu Kuran ahlakına aykırı isteklerine asla ulaşamamaları. Kendi batıl düşüncelerinin ve şeytani mantıklarının darmadağın olup etkisiz ve geçersiz hale getirilmesi.
Hak ettiklerine inandıkları takdiri bir türlü toplayamamaları. Allah'ın bu nimeti yalnızca Kendisi'ne samimi iman edenlere lütfettiğini görüp, Kuran'da bildirildiği gibi "asla ulaşamayacakları bir büyüklük isteğine" (Mümin Suresi, 56) kapıldıklarını anlamaları. Bir yandan bu istekleri için mücadele verip, bir yandan da bunu hiçbir zaman elde edemeyeceklerini için için bilmelerinden kaynaklanan derin bir öfke duymaları.
Kendilerinden daha aşağı gördükleri insanların, güzel ahlaklarıyla ve samimiyetleri nedeniyle takdir toplayıp ön plana çıkmaları. Kendilerinin ise daima bu insanların gölgesinde, geri planda kalmaları.
Kendilerini çok beğendikleri için, her konuda söz sahibi olmak istedikleri halde, kendilerinden daha niteliksiz gördükleri -ama asıl üstünlük sahibi olan- insanların sözlerine uymak; onların tavsiyelerini öğütlerini dinlemek nefislerine çok ağır gelir. Ayrıca kendi eksiklerini görememiş ve bunlara çözüm bulamamış olmaları ve buna karşın bu kimselerin kendilerine yol göstermesi de kalplerinde gizli bir öfkeye neden olur.
Haklı çıkabilmek ve kusurlarını örtebilmek için başkalarının hatalarını gündeme getirmeleri
Şeytanın gizli dili kullanılarak yapılan konuşmalar, samimi Müslümanların fark edeceği ipuçları ile doludur. Bu kimseler konuşmalarında sürekli olarak başkalarının hatalarını gündeme getirirler. Bu yöntemi kullanarak kötü ahlaklarını örtmeye çabalarlar. Şeytani bir dil kullanan bu kişiler, kendi ahlaklarının eleştirildiği bir ortamda konuyu hedefledikleri diğer kişilere yönlendirerek dikkatleri üzerlerinden uzaklaştırmak isterler. Bu şekilde kargaşa çıkarmaya ve kendileriyle ilgili konuyu unutturmaya çalışırlar. Amaç her zaman aynıdır; haklı çıkmak... 'Kendilerince eğer konu planladıkları gibi istedikleri yerde kesilir ve dikkatler diğer kişiye yönelirse, bir de o kişiyle ilgili söyledikleri şey gerçekten de isabet kaydederse o zaman konunun yönü değişecektir. Kendi konusu unutulacak ve haklı çıkmış olacaktır...'
Bu amaçla çevrelerindeki olaylara karşı -daha sonra bu tür durumlarla karşılaştıklarında kullanabilmek için- çok dikkatli bir analiz yapma ihtiyacı duyarlar. Ancak bu iyi niyetli bir analiz değil, sinsi bir araştırmacılıktır. Kimlerin ne zaman ne gibi hatalar yaptıkları, bunlara nasıl tepkiler verdikleri, kendilerine hataları karşısında neler söylendiği gibi birçok detayı samimiyetsizce akıllarında tutarlar. Zamanı geldiğinde topladıkları tüm bu delilleri sinsice ortaya atıp kendi çarpık düşüncelerine göre adalet sağlamış olacaklardır.
Oysa Allah'ın adaleti insanlar üzerinde en güzel şekilde tecelli eder. Samimi iman sahipleri Allah'ın rahmetiyle karşılık görürken, samimiyetsiz düşüncelerle sinsi oyunlar oynayan bu insanlar ise hak ettikleri karşılığı hem dünyada hem de ahirette en adil şekilde alırlar. Bu kimselerin kendilerini başkalarıyla kıyaslayarak, onların hatalarını gündeme getirerek yapmaya çalıştıkları ancak 'şeytani bir adalet sağlamak' olur. Çünkü bununla asıl hedefledikleri şeytanın çarpık adalet anlayışıyla 'hak etmedikleri bir haklılık ve üstünlük elde edebilmektir' ki; bu da hiçbir zaman başarıya ulaşamayacakları boş bir çabadır. Bu da aynı şeytanın aldığı karşılık gibi Allah'ın adaletiyle karşılık bulur.
Her insan kendi yaptıklarından sorumludur. İnsanın başkalarını yargılaması, kendisiyle kıyaslaması ahiretteki konumu açısından kendisine bir kazanç sağlamaz. Allah "Ve yine hayır; kendini kınayıp duran nefse de and ederim." (Kıyamet Suresi, 2) ayetiyle kendini kınamayı bilen insanlar üzerine and içmiştir. Unutulmamalıdır ki kendi nefsini kınayabilmek, hatalı yönlerini görüp kabul edebilmek güzel bir Müslüman özelliğidir. İnsan ancak bu şekilde güzel bir ahlaka ulaşabilecek ve ancak bu şekilde Allah'ın rahmetine kavuşabilecektir.
Fitne ve fesat çıkarmaya çalıştıkları halde, "ıslah ediciler" olduklarını söylemeleri
Allah'ın sonsuz adaletini, kaderin işleyişindeki mükemmelliği, Kuran ahlakının insanlara getirdiği huzur ve rahatlığı çok iyi bildikleri halde, gizliden gizliye haksızlığa uğradıklarına dair bir izlenim vermeye çalışan kimseler Allah Katında büyük bir sorumluluk yüklenmektedirler. Bu tavırlarıyla müminler arasında fitne ve fesat çıkarmaya yönelik bir çaba içerisine girmiş olurlar ki Kuran'da bu karakterdeki insanların, şerrinden sakınılması gereken kimseler oldukları bildirilmiştir. Kuran'da "hannas" olarak adlandırılan, kalplere gizlice vesvese verip fesat çıkaran bu insanların karakterleri ayetlerde şöyle tarif edilir:
De ki: İnsanların Rabbine sığınırım. İnsanların malikine, insanların (gerçek) ilahına; 'Sinsice, kalplere vesvese ve şüphe düşürüp duran' vesvesecinin şerrinden. Ki o, insanların göğüslerine vesvese verir (içlerine kuşku, kuruntu fısıldar); Gerek cinlerden, gerekse insanlardan (olan her hannas'tan Allah'a sığınırım). (Nas Suresi, 1-6)
Haksızlığa uğradıklarına kesin olarak inanan bu insanlar şeytanın telkinleriyle iman edenler arasında hannaslık yaparlar. Kendi haklılıklarını ispatlayabilmek, gururlarını kurtarabilmek adına, müminler arasında kargaşa çıkartmaya, onları da kendi ruh hallerine çekmeye çalışmaktan hiç çekinmezler. Böyle sinsi bir çaba yürütmenin dünyadaki ve ahiretteki sonuçlarını hiç düşünmeden çirkin bir cesaret gösterirler. Müslümanca yaşamaya gereği gibi niyet etmedikleri için neredeyse gösterdikleri her tavır, söyledikleri her söz yeni bir fitne yeni bir fesat arayışına yönelik olur. Bu durumları kendilerine söylendiğinde ve tavırlarının Kuran ahlakına uygun olmadığı hatırlatıldığında ise, şeytanın etkisiyle bunu da kabul etmezler. Tam tersine son derece iyi niyetli olduklarını söyleyerek kendilerini savunurlar. Amaçlarının asla fesat çıkarmak olmadığını tam tersine iyilik yapmak, hem kendilerini hem de başkalarını ıslah etmek, insanlara faydalı olmak olduğunu söylerler:
... sana gelerek: "Kuşkusuz, biz iyilikten ve uzlaştırmaktan başka bir şey istemedik" diye Allah'a yemin ederler? (Nisa Suresi, 62)
Ancak Allah öne sürdükleri bu mantığın doğru olmadığını, asıl amaçlarının "fitne çıkarmak" olduğunu şöyle bildirir:
Kendilerine: "Yeryüzünde fesat çıkarmayın" denildiğinde: "Biz sadece ıslah edicileriz" derler. Bilin ki; gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değildirler. (Bakara Suresi, 11-12)
Kuran'ın bir başka ayetinde ise Allah şeytanların ayartarak şaşkınca bıraktıkları doğru yolda olduklarını düşünen bu insanların dostlarına da "doğru yola, bize gel" şeklinde çağrılarda bulunduklarını bildirmiştir:
De ki: "Bize yararı ve zararı olmayan Allah'tan başka şeylere mi tapalım? Allah bizi hidayete erdirdikten sonra, şeytanların ayartarak yerde şaşkınca bıraktıkları, arkadaşlarının da: "Doğru yola, bize gel" diye kendisini çağırdığı kimse gibi topuklarımız üzerinde gerisin geri mi döndürülelim?" De ki: "Hiç şüphesiz Allah'ın yolu, asıl yoldur. Ve biz alemlerin Rabbine (kendimizi) teslim etmekle emrolunduk." (Enam Suresi, 71)
Kuran'da verilen bu bilgiler, şeytanın insanlara tüm bu tavırları "iyilik, doğruluk ve mükemmellik" adına, insanlara adalet dağıtmak adına yaptırdığını, onların da çevrelerindeki insanları doğruluk adına kendi ahlaklarına çağırdıklarını göstermektedir. Oysa bu kimseler sözlerindeki samimiyetsizliklerine kendileri de şahittirler. Şeytanın kendilerini an an hangi sözlerle, hangi mantıklarla nasıl ikna edip yönlendirdiğini; buna karşın vicdanlarının, yanlış davrandıklarını, bundan vazgeçmeleri gerektiğini ve doğru olan tavırları kendilerine nasıl ilham ettiklerini çok iyi bilmektedirler. Şeytan şuurunda olmadıkları bir yerden yaklaşmış, kendi hannaslık vasfını bu insanlar vasıtasıyla yerine getirmeye başlamıştır. Telkinleriyle etkisi altına aldığı bu insanların iradelerini zayıflatmış, onları vicdanlarının sesini dinlemeyecek hale getirmiştir.
Allah, şeytanın etkisiyle kendilerini ıslah ediciler olarak gören, iyi işler yapmakta olduklarını iddia eden bu insanların dünya hayatındaki tüm çabalarının boşa gittiğini ve cehennemle karşılık göreceklerini bildirmiş, şeytanın bu oyununa karşı insanları şöyle uyarmıştır.
"Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar." (Kehf Suresi, 104)
Kendilerine söylenen sözlerin anlamını çarpıtarak, haksızlığa
uğratıldıkları imajını vermeye çalışmaları
Şeytan insanlara sürekli olarak haksızlığa uğradıkları telkini vererek onları samimi imandan uzaklaştırmaya çalışır. Şeytanın etkisindeki bu kişilerin ruh hallerini yansıtan gizli kötülükler çok detaylı ve çok çeşitlidir. Bunlardan biri, özellikle nefislerine ağır geldiğini ve haksızlığa uğradıklarını düşündükleri zamanlarda kurdukları cümlelerde gizlidir. Bu cümlelerin genel anlamına bakıldığında, kişinin daha sonra rahatlıkla savunup tevil edebileceği şekilde olduğu görülür. Böyle bir kişi, vermek istediği şeytani mesajı cümlenin içine özellikle öyle bir yerleştirir ki, kötü niyetle söylendiği tam olarak ispat edilemez. Sanki olumlu bir söz söyleniyor ve karşı tarafın söyledikleri tasdik ediliyor gibi görünür ama tam tersine bu sözler isyan ve red içermektedir. Cümleler ters mantıklar üzerine kurulmuştur. Konuşmaya önce kabul sözleriyle başlanır ancak cümlenin ortalarına doğru sinsice yerleştirilen kalıplarla kişinin aklının bu konuya hiçbir şekilde yatmadığı ifade edilir.
Haksızlığa uğrama eğilimindeki kişilerin bu yöntemini, sıradan birkaç konuyla şöyle örneklendirebiliriz: Sözgelimi bir kişiye, hasta olmaması için soğuk havada dışarı çıkmamasının daha iyi olabileceği söylendiğinde önce bunu kabul eden bir cümle kurar. "Çok doğru bundan sonra bu konuya dikkat ederim" gibi olumlu bir söz söyler. Ancak bunun ardından da, sanki özürünü dile getiriyormuş gibi bir edayla şeytani üslubunu devreye sokar; örneğin "haklısın, dışarı çıkmanın kötü bir şey olduğunu düşünemedim" gibi kendisine tavsiye edilen söz ile alakasız bir çıkarım yapar. Bu durumda karşı taraf ondan çok mantıksız ve çok garip bir şey istemiş konumuna düşecek, o da haksızlığa uğramış olacaktır. O da bu haksız isteğe boyun eğmiş, rıza göstermiş, ses çıkarmamış bir konumda olacaktır. Oysa karşı tarafın son derece hayırlı tavsiyesi kişinin ortaya attığı bu samimiyetsiz yaklaşımdan son derece uzaktır.
Bu, cahiliye toplumlarında sıkça rastlanan, insanların karşılarındaki kişileri yıldırmak ya da kendilerinden mantıksız bir istekte bulunduklarını ifade etmek için kullandıkları gizli ve klasik bir üsluptur. Örneğin bu karakterdeki kişilere elindeki parayı akılcı bir şekilde harcaması söylendiğinde "olur çok dikkat ederim hiçbir şey yemem ya da içmem" diyerek karşısındaki insanın söylemek istediğinin tam tersine bir çıkarım yaparlar. Bu, karşı tarafı söylediklerine pişman edip, sözünü geri aldırtmak için kullanılan bir yöntemdir. Bu şekilde karşı taraf üste çıkıp kendisine haksızlık yapıldığını iddia edebileceği bir delil oluşturmaya çalışır. Oysa aklı başında bir insanın karşısındakinin sağlığını tehlikeye atacak, doğal ihtiyaçlarını gidermesini engelleyecek bir teklif ya da tavsiyede bulunması söz konusu değildir.
Haksızlığa uğrama eğilimi içerisinde olan insanlar, iman edenlerin kendilerini hayra çağıran sözlerine karşı da günlük hayatta kullanılan bu samimiyetsiz üslupla karşılık verirler. Ancak bu davranışlarıyla kendilerini şeytanın ahlakına biraz daha yakınlaştırmaktan başka bir sonuç elde edemezler. Samimi iman sahipleri Allah'ın "Hayır, Biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir. (Allah'a karşı) Nitelendiregeldiklerinizden dolayı eyvahlar size." (Enbiya Suresi, 18) ayetiyle bildirdiği gibi, hak ile onların bu batıl yöntemlerini en güzel şekilde etkisiz hale getirirler.
Haklılıklarını ispat edebilmek için Kuran ayetlerini kendilerine
göre yorumlamaya çalışmaları
Haksızlığa uğrama psikolojisiyle hareket eden insanlar, haklılıklarını ispat edebilmek için Kuran'a uygun olmayan pek çok şeyi göze alabilecek bir ruh hali içerisine girerler. Önceki başlık altında da değindiğimiz gibi, bu kimseler yaptıkları sinsi oyunlarla çok tehlikeli çıkarımlar yapabilmekte ve karşılarındaki insanlara çok haksız ithamlarda bulunabilmektedirler. Bu eğilimlerinin bir devamı olarak, nefislerini temize çıkarabilmek adına Kuran ayetlerini de kendi çıkarları doğrultusunda kasıtlı olarak yanlış şekilde yorumlamaya çalışmaktadırlar. Kuran'da bu kimselerin gösterdikleri tavır bozukluklarını makul hale getirebilmek için yaptıkları bu oyuna şöyle dikkat çekilmektedir:
Sana Kitab'ı indiren O'dur. Ondan, Kitab'ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimiz'in Katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Al-i İmran Suresi, 7)
Oysa ayette de belirtildiği gibi, Kuran ayetleri son derece açık ve anlaşılırdır. Bu kimselerin samimiyetsizce yorumlarla kötü ahlaklarına delil aramaya çalışmaları, kalplerinde gizledikleri hastalığı deşifre eden önemli bir delil oluşturur. Şeytana uyarak kurdukları tüm tuzaklar gibi bu da Allah'ın dilemesiyle bozulur.
Haklı çıkabilmek için iman edenlere iftira atmaya çalışmaları
Kuran'ın birçok ayetinde Müslümanların birbirlerine derin bir sevgi ve sadakatle bağlı olduklarından, aralarında sağlam bir dostluğun olduğundan bahsedilmektedir. Ancak eğer bir insan müminlerle imanlarından ve Allah korkularından dolayı değil de kendine göre belirlediği çıkarlardan dolayı dost oluyorsa, bu bağın sıradan ve nefsani nedenlerle kopması da çok kolay olur. Şeytanın etkisiyle hareket eden insanlar nefisleriyle çatıştıklarında iman edenlere karşı olan bu bağlarını bir anda göz ardı edebilir, haklılıklarını ispatlayabilmek için onlara kolaylıkla iftira dahi atabilirler. Bu şekilde çirkin bir cesaretle ortaya yalan bir söz atarak hannaslık yapmış da olurlar. Oysa Allah Kuran'da iftiranın büyük bir suç olduğunu bildirmekte, iman edenleri bu gibi iftiralara kulak vermekten sakındırmaktadır:
"O durumda siz onu (iftirayı) dillerinizle aktardınız ve hakkında bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söylediniz ve bunu kolay sandınız; oysa o Allah Katında çok büyük (bir suç)tür. Onu işittiğiniz zaman: "Bu konuda söz söylemek bize yakışmaz. (Allah'ım) Sen yücesin; bu, büyük bir iftiradır" demeniz gerekmez miydi? Eğer iman edenlerden iseniz, bunun gibisine bir daha dönmemeniz için Allah size öğüt vermektedir." (Nur Suresi, 15-17)
Başlarına gelen olayların sorumluluğunu iman edenlere yüklemeye çalışmaları
Kendilerine yapılan hatırlatmalara kulak vermeyip kötü ahlaklarında direnen kimselerin, haksızlığa uğrama iddiasıyla kapıldıkları bir başka düşünce de başlarına gelen sıkıntıların sebebinin başkaları olduğudur. Allah, imanı kavradıkları, güzel ahlakın gerekliliklerini bildikleri halde şeytanın peşi sıra giden, kendilerine verilen öğütlere kulak vermeyen, kötülüklerinde direnen insanlara bu durumlarını değiştirmeleri için çeşitli şekillerde uyarılarda bulunur. Bu uyarılar, dünyada ve ahirette bu insanlar için büyük bir rahmettir. Şuurlarının açılıp, gerçeği görmeleri, yanlış yolda olduklarını anlayıp tevbe etmeleri içindir. Allah Kuran'ın "Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar." (Tevbe Suresi, 126) ayetiyle bu gerçeği insanlara bildirmiştir. Bir başka ayette ise Allah "... Belki dönerler diye, onları azapla yakalayıverdik." (Zuhruf Suresi, 48) sözleriyle insanların başlarına gelen sıkıntıların bir hikmetinin de onların imana dönmeleri olduğunu açıklamıştır.
Ancak bu uyarılar, kalplerindeki büyüklük ve haklılık iddiası nedeniyle söz konusu insanların nefislerine ağır gelir. Bunları anlamazlıktan gelmeye çalışırlar. Başlarına gelenlerin sorumlusunun çevrelerindeki insanlar olduğunu iddia ederler. Allah, Kuran'da bu ahlakı gösteren insanlara dair, kendilerine elçi gönderilen bir şehir halkının örneğini vermiştir:
Dediler ki: "Herhalde biz, sizlerden dolayı uğursuzluğa uğradık. Eğer (bu söylediklerinize) bir son vermeyecek olursanız, andolsun, sizi taşa tutacağız ve mutlaka bizden yana size acı bir azab dokunacaktır. Dediler ki: "Uğursuzluğunuz, sizinledir. Size öğüt verildi diye mi (uğursuzluğa uğradınız)? Hayır, siz ölçüyü taşıran bir kavimsiniz." (Yasin Suresi, 18-19)
Ayetin devamında Allah kendilerine öğüt verildiği için uğursuzluğa uğradıklarını iddia eden insanların bu durumlarının gerçekte ölçüyü taşıran kimseler olmalarından kaynaklandığını bildirmiştir. Böyle bir durumda Kuran ahlakına uygun olan davranış, kişinin başına gelen sıkıntının kendisine Allah'tan gelen bir uyarı olabileceğini düşünerek Allah'tan korkup sakınması ve ahlakını düzeltmesidir.
Allah'ın ahirette de azap verebileceği ihtimalini düşünmek, normal akla sahip bir insanda ciddi bir korku ve pişmanlık oluşturur. Yaptıklarını düşünür, tevbe edip şeytandan Allah'a sığınır ve niyetini tamamen değiştirir. Ancak bir kısım insanlar böyle bir durum karşısında da şeytan ile olan dostluklarında kararlılık gösterir ve haksızlığa uğradıkları düşüncesini daha da güçlendirerek çevrelerindeki insanlara iftira atmaya devam ederler. Allah Kuran'da söz konusu insanların bu yaklaşımlarını başka örneklerle de açıklamaktadır:
Onlara bir iyilik geldiği zaman "Bu bizim için" dediler; onlara bir kötülük isabet ettiğinde (bunu da) Musa ve beraberindekilerin bir uğursuzluğu olarak yorumlarlardı. Haberiniz olsun, Allah Katında asıl uğursuz olanlar kendileridir; ama onların çoğu bilmezler. (A'raf Suresi, 131)
Dediler ki: "Senin ve seninle birlikte olanlar yüzünden uğursuzluğa uğradık." Dedi ki: "Sizin uğursuzluğunuz (başınıza gelenler) Allah Katında (yazılı)dır. Hayır, siz denenmekte olan bir kavimsiniz." (Neml Suresi, 47)
Ayetlerden de anlaşılacağı gibi haksızlığa uğradıklarını iddia eden, başlarına gelenlerden samimi müminleri sorumlu tutan kişilerin bu durumunun asıl sebebi hiç kuşkusuz ciddi bir iman zaafiyeti içinde olmaları veya hiç iman etmemeleridir.
Kalplerindeki niyetlerine yönelik zanda bulunulduğu iddiasıyla
haksızlığa uğradıklarını söylemeleri
Bu kimselerin haklı çıkabilmek için kullandıkları sinsi yöntemlerden biri de, yapılan teşhislerin niyetlerine yönelik teşhisler olduğunu iddia etmeleri ve buna karşılık içlerindeki niyetin kimse tarafından bilinemeyeceğini söylemeleridir. Bu şekilde kendilerine müdahale edilmesine, kişiliklerinin ve eksik yönlerinin açıkça teşhis edilmesine mani olmaya çalışırlar. Oysa Müslümanların teşhisleri hiçbir zaman kişinin kalbindeki niyetine yönelik değildir. Onlar Allah'ın kendilerine ayetlerle bildirdiği alametleri esas alarak teşhis yaparlar. Ancak bu teşhislerinin görünen alametlerden edinilen bir kanaat olduğunu, her zaman en doğrusunu Allah'ın bileceğini ifade ederler.
Şeytanın etkisindeki kişiler ise, onların bu konudaki titizliklerine ve samimiyetlerine şahit oldukları halde, karşı tarafı haksız duruma düşürmek, kendilerini ise temize çıkarabilmek için böyle bir ithamda bulunurlar. "Kalplerini yalnızca Allah'ın bilebileceğini" söyleyerek kendilerine yapılan hayır çağrılarını durdurmaya çalışırlar.
İyi özelliklerini öne sürerek, kötülüklerini örtmeye ve haklı çıkmaya çalışmaları
Bu kişileri kandıran ve haklı olduklarını iddia etmelerini sağlayan konulardan biri de sahip oldukları iyi özellikleridir. Bazı konularda ellerinden gelen çabayı gösterdiklerini bilmeleri şeytanın etkisindeki bu kişilerin kendilerini yeterli görmelerine ve ahlaklarını güzelleştirmeye gerek duymamalarına neden olur. Özellikle de başkalarına göre bu konularda daha iyi olup, daha çok gayret sarf ediyor olmaları bu insanları tümüyle kandırır. Oysa insanın bir konuda iyi bir özellik kazanmış olması, diğer yönlerini de güzel hale getirmez. Bazı konularda Müslümanca bir ahlak sergileyip bazı konularda şeytana uymak Kuran ahlakına uygun değildir. Bir kişi Allah'ın kendisinden razı olacağı güzel ahlakı yaşamamakta direniyor, nefsiyle çatışan en küçük bir konuda haksızlığa uğradığını düşünebiliyorsa; bu yönlerini de telafi etmesi gerekir. Aksinde diğer yönlerdeki çabaları da boşa gidebilir.
Bu gerçeği göz ardı eden kimseler kendilerine herhangi bir konudaki eksikleri söylendiğinde hemen iyi yönlerini gündeme getirerek, bunların hiç görülmediğini, hep olumsuz yönlerinin gündeme getirildiğini iddia ederler. Böyle yaparak samimiyetsizce haklılık elde etmeye çalışırlar. Oysa eğer insanın güzel yönleri varsa bunlar elbette ki açıkça görülmektedir; ayrıca kimse görmese bile Allah'ın bilmesi insana yetmelidir.
Ancak insanın iyi özelliklerinin olması, eksik yönlerinin görmezden gelinmesi için bir sebep değildir. Çünkü Allah ahirette insanı tüm amellerinden sorguya çekecek, iyiliklerin olduğu gibi kötülüklerin de eksiksiz olarak karşılığını verecektir. Bu nedenle iman edenlerin bu eksiklikleri bu kişiye söylemeleri onun için son derece hayırlı bir durumdur. Eğer bunları telafi ederse, kendisi adına kazançlı olacaktır. Bu nedenle böyle samimiyetsiz bir yönteme sarılan insanlar, kendilerini hakka çağıran insanları gizli yöntemlerle durdurmak istemekle ancak kendilerine kötülük yapmış olacaklardır.
Melekler canlarını alırken bile "biz hiçbir kötülük yapmıyorduk"
diyerek haksızlığa uğradıklarını iddia etmeleri
Haksızlığa uğrama mantığının şiddetli esiri haline gelmiş olan kişiler ölüm anlarına kadar savundukları bu ideolojiden vazgeçmezler. Ölüm anına dek kimse tarafından anlaşılamadıklarını, ama aslında kalplerinin çok temiz olduğunu, iyi niyetlerini, masumluklarını çevrelerindeki insanlara bir türlü ifade edemediklerini iddia ederler. Kendilerini iyi ifade etmelerinin engellenmesinden dolayı bu ana kadar haksızlığa uğradıklarını düşünürler. Kendilerini yine kendilerinden başka hiç kimsenin anlamadığına inanırlar.
İnsanlara yönelttikleri tüm bu suçlamaların temelinde ise elbette ki tüm bu yaşadıkları olayları yaratan Allah'a olan samimiyetsiz yaklaşımları vardır. Kuran'da bu kişilerin ölüm anlarında bile Allah'a karşı kendilerini savunmakta bir sakınca görmedikleri bildirilmektedir: (Allah'ı tenzih ederiz)
Ki melekler, kendi nefislerinin zalimleri olarak onların canlarını aldıklarında, "Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk" diye teslim olurlar. Hayır, şüphesiz Allah, sizin neler yaptığınızı bilendir. (Nahl Suresi, 28)
Hayatlarını Allah'ın rızasına uymak yerine şeytanın adımlarını izleyerek geçirdiklerini, doğru yola çağrıldıkları halde kötülükten vazgeçmediklerini ve sürekli kendilerini haklı çıkaracak bir şeyler bulduklarını bildikleri halde, son ana kadar kendilerini savunmaktan çekinmezler. Haklı çıkmayı bir hastalık haline getirmiş bu kimselerin, Müslüman karakteri göstermemiş olmaları Kuran'da, "Şirk koşanlar diyecekler ki: "Allah dileseydi ne biz şirk koşardık, ne atalarımız ve hiçbir şeyi de haram kılmazdık." Onlardan öncekiler de, Bizim zorlu-azabımızı tadıncaya kadar böyle yalanladılar. De ki: "Sizin yanınızda, bize çıkarabileceğiniz bir ilim mi var? Siz ancak zanna uymaktasınız ve siz ancak "zan ve tahminle yalan söylersiniz." (Enam Suresi, 148) ayetiyle bildirilir. Başka ayetlerde de bu konudaki samimiyetsiz yalanları şöyle haber verilir:
Veya: "Gerçekten Allah bana hidayet verseydi, elbette muttakilerden olurdum" diyeceği, (Zümer Suresi, 57)
… Sen o zulmedenleri, Rableri huzurunda tutuklanmış olarak görsen; sözü (suçlamaları) birbirlerine karşı evirip-çevirir (birbirlerine yöneltirler). Za'fa uğratılan (müstaz'af)lar, büyüklük taslayanlara derler ki: "Eğer sizler olmasaydınız, gerçekten bizler mümin (kimse)ler olurduk." (Sebe Suresi, 31
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 36 ziyaretçi (271 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|
|
|
|