iSLaMFaN
  Takva
 

           iSLaMFaN İletişim: RuZGaR_BuLut038@hotmail.com
 

RuZGaR BuLuT

TAKVA
Kur’ân ve İslâm’dan kopanlar dizisinin beş numarasındayız. Kur’ân’dan ve İslâm’dan kopan, Allah’a ulaşmayı dilemek, mü’min olmak, hidayet, Sıratı Mustakîm kavramlarından sonra 5. konuyu inşaallah sizlere sunuyoruz: Takva sahibi olmak.
Takva kelimesi; sakınmak, çekinmek, korkmak anlamına geliyor. Özellikle korkmak anlamı esas alınmıştır. Kur’ân-ı Kerim açıklaması yapanlar, meal verenler, Kur’ân’daki 7 tane kademeye ait olan takvayı hiçbir şekilde bilmiyorlar. Ondan haberleri yok. Bu sebeple takva kelimesini nerede görürlerse, “Allah’tan korkmak” olarak değerlendirmişlerdir. Tabiî olarak böyle bir ifade, o âyetlerde çok fena bir şekilde sırıtıyor. Oysaki takva, 7 kademede 7 ayrı hüviyet gösterir.
Biliyorsunuz İslâm merdiveni 28 basamaklıdır. Yani Allah’ın kâinattaki yegâne dîni, 28 basamak gösterir. 1. basamakta olaylar yaşanır. 2. basamakta, olaylar değerlendirilir ve kişi bu olaylara karşı tavrını ortaya koyar. Allahû Tealâ her sene, insanları bir-iki defa imtihana çeker. Musibetlerle imtihan eder ve insanlar bu musibetlere karşı davranışlarını ortaya koyarlar.
Allahû Tealâ’nın bu dizaynı içerisinde Kur’ân-ı Kerim’de 7 tane takvası vardır. Kim Allah’a ulaşmayı dilemezse o kişi takva sahibi değildir.
Öyleyse 1. takvaya baktığımız zaman, Allah’a ulaşmayı dileyenlerin 1. takvanın sahibi olduğunu görüyoruz. Kim dilemezse, o takva sahibi değildir. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
 
30/RUM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
 
Allahû Tealâ buyuruyor ki: “O’na, Allah’a yönel. Allah’a ulaşmayı dile ve Allah’a karşı takva sahibi ol.”
İnsanlar “Mü’min olan, takva sahibidir.” diyorlar. Mü’min olan takva sahibi değildir. Mü’min olan kişinin takva sahibi olabilmesi için Allah’a ulaşmayı dilemesi lâzımdır. Söylediğimiz Rum Suresinin 31. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ: “Allah’a yönel ve takva sahibi ol.” diyor. Yani Allah’a yönelmeyen kişinin takva sahibi olmadığı vurgulanıyor. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi takva sahibidir. Burada, Allah’a inananlardan sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler takva sahibi olabilirler. Rum Suresinin 31. âyet-i kerimesi bunu söylüyor. Bu, 1. takvadır.
Enfal Suresinin 29. âyet-i kerimesine bakıyoruz. Allahû Tealâ şöyle söylüyor:
 
8/ENFAL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
 
“Ey âmenû olanlar, eğer Allah’a karşı takva sahibi olursanız, o zaman Allah sizin için furkanlar kılar, sizi furkanların sahibi yapar ve sizin seyyiatinizi örter ve size mağfiret eder. Onlar ki fazz’ul azîmin sahibidirler.”
Burada Allahû Tealâ’nın ifade ettiği kişi, âmenûdur. Kişi Allah’a inanıyor, mü’min. Ama takva sahibi değil. Takva sahibi olması için Allah’a ulaşmayı dilemesi lâzımdır. Dilerse ne olacaktır? 1. kademe takvanın sahibi olacaktır.
Takva kademeleri:
1-     Allah’a ulaşmayı dilemek, 1. kademe takva,
2-     Mürşide ulaşıp tâbî olmak, 2. kademe takva,
3-     Ruhu Allah’a ulaştırmak, 3. kademe takva,
4-     Fizik vücudu Allah’a teslim etmek, 4. kademe takva,
5-     Nefsi Allah’a teslim etmek, 5. kademe takva,
6-     Muhlis olmak, 6. kademe takva.
7-     İradeyi teslim etmek, 7. kademe takvayı ifade eder.
Bunlardan 1. takvayı gördük. Kişi âmenûdur. Allah’a inanıyor ama takva sahibi değildir. Allah’a ulaşmayı dilememiştir. Enfal Suresinin 29. âyet-i kerimesi bunu söylüyor. Kişi, Allah’a ulaşmayı dilediği takdirde takva sahibi olacaktır.
Yunus Suresinin 62 ve 63. âyet-i kerimelerinde Allahû Tealâ diyor ki:
 
10/YUNUS-62: E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun da olmazlar, öyle değil mi?
10/YUNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.
 
“O Allah’ın evliyası var ya onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar. Onlar âmenûdurlar ve takva sahibi olmuşlardır.”
Bu 2. âmenû oluştur. Burada kişi takva sahibidir. Kişi, Allah’a ulaşmayı dilemiş ve takva sahibi olmuştur. Rum-31’de Allahû Tealâ: “Munîbîne ileyhi vettekûhu” diyor. Burada da “âmenû ve takva sahibi” ifadesi yer almaktadır.
Demek ki iki nev’i âmenû olan kişi vardır. Bunlar;
1-     Allah’a inanan kişi vardır. Bunlar Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için takva sahibi değildirler.
2-     Bu inananlardan, kim Allah’a mülâki olmayı dilerse, ruhunu Allah’a ulaştırmayı dilerse, sadece onlar takva sahibi olurlar.
Allah’a ulaşmayı dilemek 1. takvanın sahibi olmak demektir. Yunus-62 ve 63’te de Allahû Tealâ aynı şeyi söylemektedir. Allah’a ulaşmayı dilemedikçe, Allah’a inanan hiçbir kişi takva sahibi olamaz, cennete ulaşabilecek olan bir mü’min de olamaz. Allah’a inanmak başka şeydir, cennete girmek başka şeydir. Allah’a inanıyor diye bir insan, asla Allah’ın cennetine giremez. Uydurma hadîslerle, Kur’ân’a kimse karşı çıkamaz. Karşı çıkan, âyetler karşısında susmak mecburiyetindedir.
“Kalbinde zerre kadar îmân olan cennete girer.” diyorlar. Cennete sadece takva sahipleri girer. Allahû Tealâ, cennete girenlerin sadece takva sahipleri olduğunu ve cenneti takva sahipleri için hazırladığını söylüyor. İşte Kaf Suresinin 31 ve 32. âyetleri:
 
50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîd(baîdin).
Cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
50/KAF-32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).
İşte vaadolduğunuz şey (bu cennettir). Bütün evvab (Allah’a ruhu ulaşmış ve sığınmış) ve hafîz (başları üzerinde devrin imamının ruhunu muhafız olarak taşıyan) olanlar için.
 
“Cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı. İşte vaadolduğunuz şey, bu cennettir. Buyurun cennete girin.”
Kim bu insanlar? Bunlar, takva sahipleridir. İnsan Allah’a ulaşmayı dilemedikçe, takva sahibi olmuyorsa; o zaman Allah’ın cennetine de girmesi mümkün değildir. Bir kişinin Allah’ın cennetine girebilmesi, mutlak olarak onun takva sahibi olmasını ifade eder. Bu da âmenû olanlardan, Allah’a inanlardan sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler için geçerlidir.
Görüyoruz ki, Allah’a ulaşmayı dileyen kişi için kurtuluş vardır. Onlar âmenû olanlardan, mü’minlerden Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir. Onlar, takva sahibi olanlardır.
1. kat takva sahipleri 1. kat cennete girerler. 2. takvanın sahipleri ise 2. kat cennete girerler.
2. takvaya bakıyoruz. Mürşidine ulaşan ve tâbî olan kişi 2. kat cennetin ve 2. takvanın sahibidir. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
 
5/MAİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler)! Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki; siz felâha erersiniz.
 
Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe: Ey âmenû olanlar, Allaha ulaşmayı dileyenler, 1. takvanın sahipleri, takva sahibi olun. Yani 2. takvanın sahibi olun
vebtegû ileyhil vesîlete: İbtiga edin, isteyin. Sizi O’na ulaştırmaya vesile olanı Allah’tan isteyin.
ve câhidû fî sebîlihi: Ve Allah’ın yolunda cihat edin.
leallekum tuflihûn(tuflihûne): Umulur ki böylece felâha erersiniz.
Allah’ın buradaki dizaynına baktığımız zaman görüyoruz ki; Allah’a inananlardan sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler 1. takvanın sahibidir. Bunlardan da 2. takvaya ulaşabilecek olanlar, Allah’tan mürşidini isteyecek olanlardır. Hacet namazını kılıp kim Allah’tan mürşidini isterse onlar, 2. takvanın sahipleridir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
57/HADİD-28: Yâ eyyuhellezîne âmenût tekûllâhe ve âminû bi resûlihî yû’tikum kifleyni min rahmetihî ve yec’al lekum nûren temşûne bihî ve yagfir lekum, vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).
Ey îmân edenler! Allah’a karşı takva sahibi olunuz ve resûlüne îmân ediniz ki; (resûlüne tâbî olarak, kalbinize îmân yazılacağı için mü’min olasınız) size rahmetinden iki kat versin (rahmetle fazl+rahmetle salâvât). Ve kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur kılsın ve size mağfiret etsin (günahlarınızı sevaba çevirsin). Allah Gafur’dur, Rahîm’dir.
 
“Ey îmân edenler! Allah’a karşı takva sahibi olun ve resûlüne îmân edin ki size rahmetinden iki kat versin ve kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur kılsın ve size mağfiret etsin.”
Buradaki îmân kelimesi, resûle tâbî olmadan evvelki kademeyi ifade ediyor. Kişi evvelâ resûle îmân eder ve bu îmânın neticesinde tâbiiyetini gerçekleştirir. Buradaki muhtevaya bakıyoruz: Resûle îmân etmek. Resûle îmân edince Allah’a ulaşmayı dilemek söz konusu oluyor. Kişi diliyor ve 2. takvanın sahibi oluyor.
Bir sonraki aşamada 3. takvayı görüyoruz. Kaf-31 ve 32’de Allahû Tealâ diyor ki:
 
50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîd(baîdin).
Cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.
50/KAF-32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).
İşte vaadolduğunuz şey (bu cennettir). Bütün evvab (Allah’a ruhu ulaşmış ve sığınmış) ve hafîz (başları üzerinde devrin imamının ruhunu muhafız olarak taşıyan) olanlar için.
 
“Cennet, bütün evvab ve hafîz olanlar için, takva sahiplerine uzak olmayarak yaklaştırıldı. İşte size vaad edilen cennet budur.”
Allahû Tealâ burada iki ifade kullanıyor;
1-     Evvab olanlar
2-     Hafîz olanlar.
Bir önceki takvadan hareket edelim. Kişi Allah’a ulaşmayı diliyor. Kör, sağır ve dilsizken Allah ona furkanlar veriyor. Kişiyi gören, işiten ve idrak eden bir hüviyete sokuyor. Bu kişi, önce huşû sahibi oluyor, mürşidini Allah’tan isteyebilecek olan bir noktaya ulaşıyor. Daha sonra Allahû Tealâ’ya müracaat ediyor. Böyle bir kişi Allah’tan mürşidini talep etmek mecburiyetindedir. Kişi Allah’tan mürşidini talep eder ve ona ulaşır. Maide Suresinin 35. âyet-i kerimesindeki 2. takvanın sahibi olur. Burada Allahû Tealâ’nın kişinin mürşidine ulaşma safhasındaki muhtevası vardır.
Allahû Tealâ bu konuyu Hadid-28’de şöyle buyurmuştur: “Ey îmân edenler, Allah’a karşı takva sahibi olunuz.” diyor. Daha ne diyor? “Ve resûlüne tâbî olun ki, size rahmetinden iki kat versin. Rahmetle fazl, rahmetle salâvât. Ve kendisiyle yürüyeceğiniz bir nur kılsın (devrin imamının ruhu başınızın üzerine gelsin) ve size mağfiret etsin (günahlarınızı sevaba çevirsin).” diyor. Buradaki takva, o kişinin günahlarının sevaba çevrildiği, mürşidine tâbî olduğu noktadır.
Kaf Suresinin 31 ve 32. âyet-i kerimelerinde Allahû Tealâ: “Cennet takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı. İşte vaad olduğunuz şey budur.” diyor. Orada vaad olunan şeylerden bahsedilirken bir başka olayla karşılaşıyoruz. Allahû Tealâ iki gruptan bahsediyor: Evvab olanlar ve hafîz olanlar.
3. safhada kim ruhunu Allah’a ulaştırırsa; o kişinin ruhu Allah’ın Zat’ına ulaşır. Allah’ın Zat’ı o kişinin ruhuna meab olur. Allahû Tealâ Nebe Suresinin 39. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
 
78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), femen şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisini Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah'a ulaşan kişiye Allah), meab (sığınak, melce) olur.
 
İşte o gün, mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün, Hakk günüdür. Allah'a ulaşmayı dileyen kişi, kendisini Rabbine ulaştıran yolu, Sıratı Mustakîm'i yol ittihaz eder. Kimin ruhu Allah’a ulaşırsa, Sıratı Mustakîm’i takip ederek ulaşırsa, Allah o kişinin ruhuna meab olur. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
3/AL-İİMRAN-14: Zuyyine lin nâsi hubbuşşehevâti minen nisâi vel benîne vel kanâtîril mukantarati minez zehebi vel fıddati vel haylil musevvemeti vel en’âmi vel hars(harsi), zâlike metâul hayâtid dunyâ, vallâhu indehu HUSNUL MEÂB(meâbi).
İnsanlara, kadınların, oğulların, kantar kantar altınların ve gümüşlerin salma (nişaneli) atların, davarların ve ekinlerin sevgisi süslendi (güzel gösterildi). Bunlar, dünya hayatının metaıdır (malıdır). Ve Allah, O’nun (Allah’ın) katında Hüsnül Meab’tır (en güzel sığınaktır).
 
“Andolsun ki Allah’ın katındaki en güzel sığınak Allah’ın Zat’ıdır.”
Öyleyse kimin ruhu Allah’a ulaşmışsa o kişinin adı, “meaba sığınan” mânâsına gelen “evvab” olur. O kişi artık evvab olmuştur. Allah’a ruhunu ulaştıran ve ruhu Allah’ın Zat’ında yok olan bir kişi olmuştur.
Kişi mürşidine ulaştığı zaman, devrin imamının ruhu o kişinin başının üzerine gelir ve o kişinin ruhuna: “Senin Allah’a ulaşma günün geldi, vücudu terk et.” der.
 
40/MU'MİN-15: Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
 
Ruh, vücudu terk eder. Devrin imamının dergâhına gider. Oradaki diğer ruhlarla beraber evvelâ 1. kata kadar çıkabilir. Sonra 2. kata kadar çıkabilir. Sonra sırasıyla her katta bir süre beklemek suretiyle 3., 4., 5., 6. ve 7. gök katına çıkar. 7. katın 7 tane âlemini geçer. 7. âlem olan İndî İlâhi’den, Sidretül Münteha’nın üzerinden Allah’a doğru yola çıkar, Allah’ın Zat’ına ulaşır. Bu yolculuğun adı “seyr-i sülûk”tur. Seyri sulûk’un sonunda Allah’ın Zat’ına ulaşan kişi, Allah’ın Zat’ında ruhunun yok olduğu noktaya ulaşır.
Ruhu Allah’ın Zat’ında yok olan kişi, “evvab” adını alır. Artık o kişi evvab olmuştur. Allahû Tealâ’nın İndi’nde bu hedeflere ulaşan kişi için burada evvab olmak söz konusudur. Meaba sığınmak söz konusudur.
Ruh 1., 2., 3., 4., 5., 6. ve 7. gök katlarını aşıp, Allah’ın Zat’ına ulaşacaktır. Ruh, 21. basamakta Allah’ın Zat’ına ulaşır. 22. basamakta, Allah’ın Zat’ında yok olur. Ruhu Allah’ın Zat’ında yok olan kişi evvablar takvasının sahibi olur.
Bu noktadan sonra kişinin zikri daha çok artacaktır ve bir gün o kişinin ruhuna Allah’ın katında bir taht verilecektir. O tahtın üzerinde artık o ruh devamlı kalacaktır. Tahtlar huzur namazının kılındığı yerde, İndî İlâhi’dedir. Eğer huzur namazına arkadan bakıyorsanız; imamın sol tarafında boşlukta duran birçok taht göreceksiniz. Nasıl boşlukta olduğunu görmeniz mümkün değildir. Çünkü oradaki arşı tutan melekler, görünmeyen durumdadırlar. Allah’ın katındaki bu taht ihsanı, En’am Suresinin 127. âyet-i kerimesinde ifade edilmektedir:
 
6/EN'AM-127: Lehum dârus selâmi inde rabbihim ve huve veliyyuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Rab’lerinin katında onlar için selâm yurdu (teslim yurdu) vardır. Yapmış olduklarından dolayı, O (Allah), onların dostudur.
 
Allahû Tealâ: “Onlara Allah’ın katında altın taht ihsan edilir.” diyor.
İşte bu kademede kişi, Allahû Tealâ’nın yolunda ilerlemeye devam eder ve daha sonra bu kişinin zikri günün yarısını aşar. Kişi yeni bir safhaya gelir, zahid olur. Daha sonra kişinin fizik vücudu da Allah’a teslim olur. Nefsinin kalbindeki nurlar %80’i aştığı zaman, o kişinin fizik vücudu, nefsinin kalbindeki %19 afet ne söylerse söylesin, onlara hiç aldırmaz, onları yok sayar. Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmeye, yasak ettiği hiçbir fiili işlememeye başlar. İşte bu seviyede kişi, fizik vücudunu Allah’a teslim etmiştir.
Buradaki takva müessesesine baktığımız zaman, Al-i İmran Suresinin 133. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ’nın şöyle söylediğini görüyoruz:
 
3/AL-İİMRAN-133: Ve sâriû ilâ magfiretin min rabbikum ve cennetin arduhâs semâvâtu vel ardu, uiddet lil muttekîn(muttekîne).
Rabbinizden mağfirete ve arzı (yerleri) göklerle yer kadar olan cennete koşuşun ki; (o cennet), takva sahipleri için hazırlanmıştır.
 
“Rabbinizden mağfirete ve arzı yerlerle gökler kadar olan cennete koşuşun ki o, takva sahipleri için hazırlanmıştır.”
Bu 133. âyet-i kerime vasıf vermiyor. Yani bu takvanın sahibi olan kişi hangi kademedeki bir takvanın sahibidir? Herhangibir işaret yok. Bir sonraki âyet-i kerimeye bakıyoruz. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
 
3/AL-İİMRAN-134: Ellezîne yunfikûne fîs serrâi ved darrâi vel kâzımînel gayza vel âfîne anin nâs(nâsi), vallâhu yuhibbul muhsinîn(muhsinîne).
O (takva sahipleri) ki; bollukta da, darlıkta da (Allah için) infâk ederler (ihtiyaç sahiplerine verirler). Öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah, muhsinleri sever.
 
“O takva sahipleri ki onlar, darlıkta da bollukta da infâk ederler ve öfkelerini yutarlar.”
Kişi öfkesini yutabilen bir noktaya ulaşmıştır. Nefsinin afetleri henüz yok olmamıştır. Öfkesi vardır ama kişi öfkesini yutabiliyor. Demek ki %19 afet faaliyette ama kişi Allah’ın emirlerini yerine getiriyor. Allahû Tealâ burasını, fizik vücudun teslimini ifade eden “muhsin” kelimesiyle değerlendirerek; o kademenin mahalli olduğunu ifade ediyor.
vallâhu yuhibbul muhsinîn(muhsinîne): Allah muhsinleri sever.
Muhsin, fizik vücudunu Allah’a teslim eden kişidir. Al-i İmran Suresinin 133. ve 134. âyetlerindeki bu takva; muhsinler takvasıdır. Yani fizik vücudun teslimini içerir. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
 
4/NİSA-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
O kişiden, vechi (fizik vücudu) dînde daha ahsen kim vardır? O kişi ki; vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim etmiş ve muhsinlerden olmuştur ve hanif olarak Hz. İbrâhîm’in dînine tâbî olmuştur. Ve Allah, Hz. İbrâhîm’i dost ittihaz etmiştir.
                                                            
“O kişi ki vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim etmiş ve muhsinlerden olmuştur. Ondan daha ahsen kim vardır?”
İşte bu ahsen hüviyeti korumak söz konusudur. Fizik vücut Allah’a teslim olmuştur. Fizik vücudunu Allah’a teslim eden kişiye Allahû Tealâ “muhsin” diyor. Burada kişi, öfkesi olduğu halde öfkesini tutabilmektedir. Bu, fizik vücudun tesliminin açık belirtisidir. Çünkü nefsin afetleri hâlâ vardır ve de intikam almak istiyor. Ama bu kişi, fizik vücudunu Allah’a teslim etmiş birisi olarak gayzını, öfkesini tutmayı başarıyor.
Fizik vücudun tesliminden evvel, mutlaka bir insanın zikrini günün yarısından öteye çıkarması lâzımdır. Kişinin zikri günün yarısından öteye geçmezse; o zaman o kişi, nefs tezkiyesini fizik vücudunu teslim edecek seviyede gerçekleştirmemiş demektir. Hiç kimse bu kademeden geçmeden hedefe yürüyemez. Yani kişinin fizik vücudunu teslim etmesi, mutlaka daha evvel zikrini günün yarısından öteye geçirmesine bağlıdır.
Bundan 14 asır evvel bütün sahâbe, Allah’a ulaşmaya dilemişler, mürşidlerine ulaşmışlar, ruhlarını Allah’a ulaştırmışlar, fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişler ve 4. takvanın sahibi olmuşlardır.
Bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dilediler mi? 1. takvanın sahibi oldular mı? Kesin. Allahû Tealâ diyor ki:
 
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinab ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
 
Allahû Tealâ: “Onlar taguta kul olmaktan içtinab ettiler, kaçındılar, kendilerini kurtardılar. Allah’a yöneldiler. Bu sebeple taguta kul olmaktan kurtulup, Allah’a kul oldular. Onlara müjdeler vardır. (Hem cennet müjdesi hem dünya müjdesi.) Kullarımı müjdele.” diyor.
Demek ki sahâbe, taguta kul iken, Allah’a ulaşmayı dilemişler ve Allah’a kul olmuşlardır.
Sahâbe, mürşidlerine tâbî oldular mı? Kâinatın en büyük mürşidine, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî oldular. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
 
48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihi), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana biat ettikleri zaman Allah’a biat etmiş oldular. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardı. Kim (derecesini nâkısa) düşürürse, muhakkak ki o, nefsi sebebiyle (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için) derecesini nâkısa düşürmüştür. Kim de Allah’a olan ahdini yerine getirirse (ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini Allah’a teslim ederse), ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).
 
“Habibim sana tâbî olmak Allah’a tâbî olmaktır. Orada sana tâbî olduklarında onların elinin üstünde Allah’ın eli vardı.”
Bütün sahâbe Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olmuşlar ve 2. takva olan, tâbiiyet takvasını yaşamışlardır.
Bütün sahâbe, ruhlarını Allah’a ulaştırdılar mı? Evet, hepsi hidayete erdiler. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
 
39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hed âhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).
 
“Onlar sözü dinlerler, sözün ahsen olanına tâbî olurlar. Onlar hidayete erdiler, ulûl’elbab oldular.”
Hidayete ermek ruhu Allah’a ulaştırmaktır:
 
3/AL-İİMRAN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve sizin dîninize tâbî olandan başka kimseye inanmayın. (Habibim) de ki: “Hiç şüphesiz HİDAYET, Allah’ın (Kendisine) ulaştırmasıdır. (İnsan ruhunun ölümden evvel Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin başka birine verilmesi (sebebiyle mi) veya Rabbinizin katında (sizlerle) tartışacakları için mi (böyle söylüyorsunuz)?” De ki: “Hiç şüphesiz fazl, Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, VÂSİ’un ALÎM’dir. (Allah herşeyi kuşatan ve herşeyi bilendir.)
 
“Muhakkak ki hidayet Allah’a ulaşmaktır.”
 
2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yehûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba'te ehvâehum ba'dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden (asla) razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (var ya) işte o, hidayettir.” Sana gelen bunca ilimden sonra eğer onların hevalarına uyarsan andolsun ki; Allah’tan sana ne bir dost ve ne de bir yardımcı olmaz.
 
inne: Muhakkak ki
hudâllâhi: Allah’a ulaşmak
huve: İşte o
el hudâ: Hidayettir
Böylece görüyoruz ki, bütün sahâbe ruhlarını Allah’a ulaştırmışlar, hepsi hidayete ermişlerdir.
Bütün sahâbe, fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişler midir? Kesin. Al-i İmran Suresinin 20. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ, bütün sahâbenin bu hedefe ulaştıklarını, fizik vücutlarını Allah’a teslim ettiklerini söylüyor:
 
3/AL-İİMRAN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
er seninle tartışmaya kalkarlarsa, o zaman de ki: “Ben ve bana tâbî olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah’a teslim ettik.” O kitap verilenlere ve ÜMMÎ’lere de ki: “Siz de (fizik vücudunuzu Allah’a) teslim ettiniz mi?” Eğer teslim ettilerse o zaman (onlar) andolsun ki; hidayete ermişlerdir. Eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen (görev) ancak tebliğdir. Allah kullarını BASÎR’dir (görendir).
 
“Habibim o ümmîlere ve kitap sahiplerine de ki: “Ben ve bana tâbî olanlar biz hepimiz, fizik vücudumuzu Allah’a teslim ettik.”
Bütün sahâbe bunu gerçekleştirmişlerdir. Öyleyse bundan 14 asır evvel bütün sahâbe, bu takvayı da, fizik vücudu teslim takvasını da yaşamışlardır. Onlar muhsinler olarak değerlendirilmektedirler.
Allahû Tealâ: “O takva sahipleri ki, onlar bollukta da, darlıkta da infâk ederler. Yani, nefslerinin afetleri onları sıkıştırır ama onlar muhakkak infâk ederler ve öfkelerini yutarlar. Yaptıkları hatalardan sonra insanları affederler. Allah muhsinleri sever.” diyor. Allahû Tealâ onların muhsin olduğunu söylüyor. Bütün sahâbe muhsin olmak şerefine ermişlerdir. Muhsinler takvası 4. takvadır, fizik vücudun teslimidir ve Al-i İmran-133 ve 134’de anlatılmaktadır.
Bundan sonra ne olacaktır? Bundan sonra kişi, zikrini arttıracaktır ve daimî zikre ulaşacaktır. Daimî zikre ulaşan kişi ulûl’elbab’tır. Allahû Tealâ Al-i İmran Suresinin 191. âyet-i kerimesinde, ulûl’elbab’ın vasıflarını veriyor:
 
3/AL-İİMRAN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
O (Ulûl’elbab) ki; (lübblerin, Allah’ın sır hazinelerinin sahipleri), onlar ayakta iken, otururken ve yan üstü yatarken (hep) Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler. (Ve derler ki): “Ey Rabbimiz! Sen, bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Seni tesbih (tenzih) ederiz. Bizi, ateşin azabından koru.
 
Ulûl’elbab için ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikretmek söz konusudur. Ulûl’elbab’ın temel fonksiyonu ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikretmek suretiyle Allah’ın katında takva sahibi olmaktır. Bu takva, fizik vücudun teslimi olan 4. kademeden sonraki, nefsin teslimini ifade eden 5. kademedir.
Bütün sahâbe ulûl’elbab olmuşlar mıdır? Zumer Suresinin 18. âyet-i kerimesi bütün sahâbenin ulûl’elbab olduğunu söylüyor:
 
39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hed âhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).
 
Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
 
16/NAHL-128: İnnallâhe meallezînettekav vellezîne hum muhsinûn(muhsinûne).
Muhakkak ki; Allah, takva sahipleri ile beraberdir. Ve onlar, muhsinlerdir.
 
“Allah takva sahiplerini sever. Onlar muhsinlerdir.”
Allahû Tealâ burada: “Muhsin olan takva sahipleri” dediğine göre gene 4. takvayı ifade ediyor. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
 
7/A'RAF-201: İnnellezînettekav izâ messehum tâifun mineşşeytâni tezekkerû fe izâhum mubsırûn(mubsırûne).
Muhakkak ki; takva sahibi kimseler şeytandan onlara gözü bürüyen bir vesvese dokunduğu zaman (Allah’ı) tezekkür ederler (Allah’la tezekkür ederler). İşte o zaman onlar, basar edenlerdir (kalp gözlerinin basar hassası ile görürler: Casiye-23).
 
“Muhakkak ki takva sahibi kimseler, şeytandan onlara gözü bürüyen bir vesvese dokunduğu zaman Allah’ı tezekkür ederler. İşte o zaman onlar basar edenlerdir, kalp gözlerinin basar hassasıyla görenlerdir.”
Burada ulûl’elbabın özelliklerine bakıyoruz: Ulûl’elbab daimî zikrin sahipleridir. Daimî zikrin sahiplerinin özellikleri şunlardır:
1-     Bu kişi, daimî zikrin sahibidir.
2-     Daimî zikir sebebiyle nefsinin kalbinde hiç afet kalmaz.
3-     Nefsinin kalbinde hiç afet kalmadığı için, kalbi tamamen nurla dolduğu için, mutlaka onların kalp gözü açılır.
4-     Kalp kulağı açılır.
Bu 4 özellik, ulûl’elbab olmanın 4 temel şartıdır. Bunlara bağlı olarak 3 tane de sonuç şartı vardır:
a.       Bu kişi ehli tezekkür olmuştur. Her an Allah ile tezekkür etmek imkânın sahibidir.
b.      Bu kişi, ehli hayır olmuştur. Daimî zikrin sahibi olması sebebiyle, devamlı deracat kazanmaktadır. Bunun için ehli hayır denilir.
c.       Bu kişi, ehli hikmettir. Yani ehli hükümdür. Hâkim veya hakem olarak vazifelendikleri zaman mutlaka Allah ile tezekkür ederek, Allah’tan sorarak karar verecekleri için adaletlerinde mutlak isabet kaydederler. Allahû Tealâ onları bu istikamette değerlendirir. Öbür taraftan bu insanlar Kur’ân-ı Kerim’in âyetlerine baktıkları zaman bu âyetlerin, 28 basamaktan hangi basamağa ait olduğunu hemen o âyetten çıkarırlar.
İşte ulûl’elbabın özellikleri bunlardır. Daimî zikrin sahipleri, Allah ile her an tezekkür edebilen, ehli hayır ve ehli hükümdür.
A’raf-201’de Allahû Tealâ, 5. safhadaki bu ulûl’elbab makamının özelliklerini veriyor, diyor ki: “Onlar, Allah ile tezekkür ederler. Onlar basar edenlerdir. Kalp gözleriyle görenlerdir.” Bu insanların kalp gözüyle görmeleri söz konusudur. Ulûl’elbab için ehli tezekkür müessesesi vardır. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
 
3/AL-İİMRAN-7: Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlih(te’vîlihi), ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).”
O (Allah) ki; Kitab’ı, sana O indirdi. O’ndan bir kısmı muhkem (mânâsıık, yorum götürmez, şüphe kabul etmez) âyetlerdir ki; bunlar, (Levhi Mahfuz’daki) ümmülkitapta (yer alan açık ve kesin âyetler)dir. Diğerleri ise müteşabih (mânâsı kapalı, açıklama isteyen) âyetlerdir. Kalplerinde eğrilik (ve döneklik) bulunanlar, fitne çıkarmak ve (kendi yararına uygun) tevîlde (yorumda) bulunmak istedikleri için o (Kitab’)ın müteşabih olan kısmına uyarlar. Halbuki onların tevîlini, kimse bilmez ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olan RASİHUN (rüsuh sahipleri) ise derler ki: “O’na îmân ettik, hepsi de Rabbimiz katından (indirilme)dir.” Bunu kimse tezekkür edemez ancak ulûl’elbab tezekkür edebilir.
 
“İşte sana Kur’ân’ı indiren o Allah’tır ki o Kur’ân’da muhkem âyetler de var, müteşabih âyetler de. Muhkem âyetler, ümmülkitabın esasını teşkil eder. Müteşabih âyetlerin gerçek anlamını ise Allah’tan başka kimse bilmez. Kalplerinde zeyg olanlar, o âyetleri kullanarak insanları fitneye sokmak isterler. İlimde derinleşmiş olan kişiler de derler ki: Bunlar muhakkak ki Allah’ın katındandır. Ama onlar da bu âyetlerin mânâsını tezekkür edemezler. İlimde kökleşmiş olan rasihun (rüsuh sahipleri), onlar da bu âyetlerin tezekkürünü gerçekleştirmezler. illâ ulûl elbâb(elbâbi): Sadece ulûl’elbab tezekkür edebilir.”
Allahû Tealâ A’raf-201’de, 5. safhanın takvasını verirken, onların takva sahibi olduklarını, tezekkür ettiklerini ve kalp gözüyle basar ettiklerini söylemektedir.
Bu takvadan sonraki takva, ihlâs takvasıdır ve ulûl’elbab olan kişinin, ulûl’elbab olduktan sonraki kademesi ihlâs kademesidir. İşte Bakara Suresinin 179. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:
 
2/BAKARA-179: Ve lekum fîl kısâsı hayâtun yâ ulîl elbâbi leallekum tettekûn(tettekûne).
Ey ulûl’elbab! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur böylece ki siz, takva sahibi olursunuz.
 
“Ey ulûl’elbab! Sizin için kısasta hayat vardır. Umulur ki böylece takvaya ulaşırsın.”
İşte ulûl’elbab’ın takvasından bir adım sonraki takva, ihlâs takvasıdır. Bu âyet-i kerime ihlâs takvasını ifade etmektedir.
Maide Suresinin 100. âyet-i kerimesinde de Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
 
5/MAİDE-100: Kul lâ yestevîl habîsu vet tayyibu ve lev a’cebeke kesretul habîs(habîsi), fettekullâhe yâ ulîl elbâbi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
De ki: “Habîsin çokluğu (haram, murdar ve fesadın, vs.) senin hoşuna gitse bile, habis ile tayyib (helâl, temiz ve güzel) bir değildir. Ey ulûl’elbâb! Allah’a karşı takva sahibi olun. Umulur ki; siz felâha erersiniz.
 
            Ulûl’elbab olduktan sonraki takva söz konusudur. Bu takva da, ihlâs takvasıdır.
            Takvanın son safhasına geliyoruz; 7. takva. 7. takva, kişinin ihlâsa ulaşıp irşad olduktan sonra iradesini de Allah’a teslim ettiği 28. basamağın 5. kademesidir.
            28. basamakta, Allahû Tealâ o kişiyi Tövbe-i Nasuh’a davet eder. Onun günahlarını örter, başının üzerine salâh nuru verir. Sonra da onun günahını sevaba çevirir. Bu olaylardan sonra kişinin iradesi teslim alır. Allah, kimin iradesini teslim almışsa, o kişi irade teslimini gerçekleştirmiştir. 7. ve son takvaya da ulaşmıştır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
3/AL-İİMRAN-76: Belâ men evfâ bi ahdihî vettekâ fe innallâhe yuhibbul muttekîn(muttekîne).
Hayır, (öyle değil)! Kim (Allah ile olan) AHDini yerine getirir de takva’ya ulaşırsa (takva sahibi olursa), muhakkak ki; Allah, takva sahiplerini sever.
 
Buradaki ahd, irademizin Allah’a verdiği misaki de kapsayan, ruhumuzun Allah’a teslimini, fizik vücudumuzun Allah’a teslimini, nefsimizin Allah’a teslimini ve irademizin Allah’a teslimini kapsayan, bütün teslimleri içeren bir ahddir. Burada, bütün takvaların tamamlandığı bir nokta işaret ediliyor. Ruhumuzun, nefsimizin, vechimizin, irademizin Allah’a teslimini ifade eden ahd söz konusudur.
Al-i İmran Suresinin 102. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
 
3/AL-İİMRAN-102: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekullâhe hakka tukâtihî ve lâ temûtunne illâ ve entum muslimûn(muslimûne).
Ey îmân edenler! Hakkıyla takva sahibi olanlar (nasıl bir takvanın sahibi ise aynı onlar) gibi, Allah’a karşı takva sahibi olun ve (ölmeden önce) Allah’a teslim olun.
 
“Ey âmenû olanlar, bihakkın takvanın sahipleri nasıl bir takvanın sahibi ise siz de aynı onlar gibi hakka tukâtihîtakvanın sahibi olun.”
En’am-153’te de Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
6/EN'AM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).
Ve muhakkak ki; bu, benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Böylece siz takva sahibi olursunuz.
 
“İşte bu Sıratı Mustakîm’dir. Ona tâbî olun ve sakın diğer yollara tâbî olmayın ki; onlar sizi Allah’ın yolundan saptırırlar. İşte bu Allah’ın size vasiyetidir.”
Allah’ın vasiyeti, ruhumuzun, vechimizin, nefsimizin ve irademizin Allah’a teslimini içerir. Böyle olduğu için, En’am Suresinin 153. âyet-i kerimesi bihakkın takvayı içerir. Buradaki, “Allah’ın vasiyetini yerine getirince Allah’a takva sahibi olun.” ifadesi, tıpkı Al-i İmran Suresinin 76. âyet-i kerimesindeki muhteva gibidir.
7 tane takva kademesini şöyle sıralayabiliriz:
1-     Allah’a ulaşmayı dileme safhası, 1. takva,
2-     Mürşide ulaşmak, 2. takva,
3-     Ruhu Allah’a ulaştırmak, 3. takva,
4-     Fizik vücudu teslim etmek, 4. takva,
5-     Nefsi teslim etmek, 5. takva,
6-     Muhlis olmak, 6. takva,
7-     İradeyi Allah’a teslim etmek, 7. takva.
7 tane takvaya ait olan âyetlerle birlikte, takva müessesesini tamamladık. Kur’ân-ı Kerim’in bugünkü açıklamalarında artık 7 tane takva yer almamaktadır. Kur’ân-ı Kerim’de, 7 safhada bu kadar olay varken; ruhun teslimi, fizik vücudun teslimi, nefsin teslimi, iradenin teslimi, bunların hepsi ayrı ayrı teslimler iken, bugün Kur’ân-ı Kerim’in Türkçe’ye çevrilişlerinde bu 7 kademe takvanın hepsi için sadece “Allah’tan korkun” ifadesi kullanılıyor. Yani takvanın lugat mânâsından hareketle bir sonuca varmışlardır. Bugünkü dîn adamlarımızın, Kur’ân-ı Kerim’deki 7 safhanın, 28 basamağı ihtiva eden bütününden ne yazık ki haberleri yoktur. Hepsi için “Allah’tan korkmak” tâbirini kullanıyorlar. Tabiî bazen çok komik vaziyetlere de düşüyorlar. Komik dememek lâzım, belki de çok acıklı demek lâzım.
Kur’ân’ın ruhunu bilmeyen insanlar, Kur’ân’dan bu kadar uzakken, lafızdan hareketle ortaya koydukları ilim gerçekten göz yaşartıcı bir acıklılık göstermektedir. Böylesine bir harabe haline gelen İslâm dînini, ölü hayattan kurtarabilecek olan aslî açıklamalar, Allah’ın açıklamalarıdır. Sizlere sunduklarımız, Allah’ın bizlere öğrettiği İslâm’ın 7 safhasındaki 7 takvayı içerir.
 
 

 
 
  Bugün 11 ziyaretçi (180 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol