iSLaMFaN
  ZÜHT
 

   İletişim: RuZGaR_BuLuT038@hotmail.com
 

 

 
ZÜHT            
    Kur’ân’dan kopan kavramlar konusundaki 8. bölüme ulaştık. Burada züht kavramını inşaallah birlikte gözden geçireceğiz. Aslında Kur’ân-ı Kerim’de züht kelimesinin geçtiği bir tek âyet vardır: Yusuf Suresinin 20. âyet-i kerimesi. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
12/YUSUF-20: Ve şerevhu bi semenin bahsin derâhime ma'dûdeh(ma'dûdetin), ve kânû fîhi minez                                                                                                                             zâhidîn(zâhidîne).
Ve onu (Yusuf'u), az bir fiyatla, birkaç dirheme sattılar. Çünkü; ona karşı zahidlerden idiler.
 
Bu negatif zühtü anlatıyor. Ama bizim konumuz velâyet makamlarından züht makamı; pozitif züht. Zahid olmak Allahû Tealâ’nın indinde öyle bir müessesedir ki; oradaki kişi gününün her gün 12 saatten daha fazlasını zikirle geçirir. Yani günün yarısından daha fazlasını zikirle geçiren bir insan söz konusudur. Sadece o zahiddir. Ne yapmıştır? Dünya hayatına değer vermediğini, Allah için olduğunu, her gün günün yarısından daha fazla zikrederek Allah’a ispat etmiştir. O kişinin zikirle geçen zamanı, zikirsiz geçen zamanından daha ötededir.
Öyleyse bu noktadaki kişi günün yarısından daha fazla zikrettiği için her gün günün yarısından daha fazla Allah’ın güzelliklerini yaşar, başkalarına yardımda bulunur. Hayatını öyle bir dizaynla dizayn etmiştir ki; bu muhtevada o kişinin her gün, 12 saatten daha fazla bir süre, sadece güzellikleri işlemesi söz konusudur. 12 saatten daha fazla bir süre Allah’ı zikretmesi söz konusudur.
Bir insanın Allah’a olan sevgisi ile kendi şahsına karşı duyduğu sevgiyi mukayese etmek, o kişinin 24 saatlik bir zaman parçasında Allah’ı ne kadar zikrettiğini ortaya koymakla söz konusu olabilir. Allahû Tealâ’nın bu konudaki ölçüsü budur. Eğer bir insan günde 12 saat Allah’ı zikrediyorsa; %50 kendisini seviyor, %50 Allah’ı seviyor demektir. Bir insan günde 2,5 saat Allah’ı zikrediyorsa, bu süre 24 saatlik bir zaman parçasının yaklaşık %10’u olduğu için, kendisine karşı sevgisi %90’dır, Allah’a karşı sevgisi sadece %10’dur.
Allahû Tealâ niçin daimî zikri farz kılmıştır? Daimî zikre ulaşın da Allahû Tealâ’ya bütünüyle O’nun olduğunuzu, Allah’ın olduğunuzu, Allah için yaşamaya başladığınızı ispat edin diye. Bu sebeple daimî zikrin sahiplerinin Allah’ın indinde ayrı bir hüviyeti vardır.
Bir insan hangi standartlarda, nasıl, hangi makamlardan geçerek züht makamına ulaşır; gelin bunu beraberce gözden geçirelim.
Bir insanın sadece iki tane alternatifi vardır:
1-     O kişi cehenneme gider. Edebiyyen cehennemde kalır.
2-     Gene kıyâmet günü cehenneme girer ama aynı gün cehennemden ayrılarak Allah’ın cennetine girer.
Bir insanı cehennemden kurtaran şey züht değildir. Zühtten çok önceki bir kavramdır. Bu kavram Allah'a mülâki olmayı dileme kavramıdır, Allah’a yönelmektir. Allahû Tealâ buyuruyor:
 
30/RUM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
 
Allahû Tealâ sonra da Rum-32’de müşrikleri tarif ediyor:
 
30/RUM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
 
Yani 72 fırkanın 71 tanesi şirkte, sadece bir tanesi şirkte değildir. Onlar Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir. Bu, konumuzun başlangıcıdır.
·        Allah'a ulaşmayı dileyen kişi şirkten kurtulur.
·        Allah'a ulaşmayı dileyen kişi takva sahibi olur.
·        Allah'a ulaşmayı dileyen kişi küfürden kurtulur, mü’min olur.
·        Allah'a ulaşmayı dileyen kişi Allah’ın âyetlerinden gâfil olmaktan kurtulur, Allah’ın âyetleri konusunda âlim olur. Allah’ın âyetlerinin en azından Allah'a ulaşmayı dilemekle alâkalı kesimini bilen birisi olur.
·        Allah'a ulaşmayı dileyen kişi felâha erer, gideceği yer mutlaka Allah’ın cennetidir.
·        Allah’a ulaşmayı dileyen kişi günahları örtülen kişidir.
·        Allah’a ulaşmayı dileyen kişi tagutun kulu olmaktan kurtulmuştur, Allah’ın dostu olmuştur.
·        Allah’a ulaşmayı dileyen kişi Allah yolundaki her türlü güzelliği vücuda getirebilecek olan bir özelliğin sahibidir.
Bu standartlar içinde baktığımız zaman sadece Allah'a ulaşmayı dileyen kişinin cehennemden kurtulduğunu, küfürden kurtulduğunu, şirkten kurtulduğunu, hüsrandan kurtulduğunu, amellerinin boşa gitmesinden kurtulduğunu, dalâletten kurtulduğunu, hidayette olduğunu görüyoruz. Allahû Tealâ sadece Allah'a ulaşmayı dileyen kişilerin sevaplarının günahlarından daha çok olduğunu söylüyor. Kim böyle bir dileğin sahibi değilse, onun da bütün amelleri boşa gidiyor.
Allah’a ulaşmayı dilemek, burası kurtuluşun birinci kademesidir. Allahû Tealâ bu kişide tecelli edecektir. Mürşide karşı kör, sağır ve dilsiz olan bu kişi, Allahû Tealâ tarafından yedi tane furkan verilerek mürşide karşı gören, işiten ve idrak eden birisi hüviyetine getirilir. Üstelik bütün günahları da örtülür. Sebebi; sadece Allah'a ulaşmayı dilemektir. Sonra Allahû Tealâ bu kişiye tecelli eder; o kişinin Allah’a teslim olması için onun kalbine ulaşır, kalbinin nur kapısını Allah’a çevirir. O kişinin göğsünü yarar.
Teslim olabilmek zikir işidir. Zikrin fonksiyonel olabilmesi ise o kişinin kalbine Allah’ın nurlarının ulaşmasıyla mümkündür. Bunu temin edebilecek faktörse Allahû Tealâ’nın o kişinin göğsünü yarması ve göğsünden kalbine nur yolu açmasıdır. Zikir yaptığı zaman Allah’ın katından gelen nurların göğsüne gelerek o yarıktan geçmek suretiyle kalbe ulaşması, kalpten içeri girmesini ve kalpte fazılların îmân kelimesine yapışmasını temin etmek için bu işlemler gereklidir.
Böyle bir dizaynda bütün insanlar için söz konusu olan şey Allah’ın güzelliğini yaşamaktır. Şimdi Allah’ın talep ettiği şeye bakıyoruz; o kişinin Allah’ın Zat’ına ulaşması. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse; Allah’ın sözü var, mutlaka o kişiyi Kendisine ulaştıracak. İşte bunun için Allahû Tealâ harekete geçmiştir. O kişi zikir yapmaya başlamıştır ve göğsüne ulaşan rahmet ve fazıl isimli iki nur, göğsündeki yarıktan geçerek kişinin kalbine ulaşmıştır. O kişinin kalbine sadece %2 rahmet nuru girebilir. Kalbine %2 rahmet nuru giren kişi huşû sahibi olur. Kişi huşû sahibi olunca Allah’tan mürşidini isteyecektir kişi ve Allah ona mutlaka mürşidini gösterecektir. O kişi de mürşidine mutlaka ulaşacaktır.
Mürşide ulaşmak farzdır ve kişi Allah’ın emrettiği tâbiiyetini gerçekleştirecektir. Bu gerçekleşince yeni bir olay tahakkuk edecektir. O kişinin kalbinin yapısında bir değişiklik olacaktır.
1-     Allahû Tealâ o kişinin kalbinin içine îmân kelimesini yazacaktır.
2-     O kişinin başının üzerine devrin imamının ruhunu gönderecektir.
3-     Kişinin bütün günahlarını sevaba çevirecektir.
4-     Kişinin ruhu vücudundan ayrılıp, Allah’a doğru yola çıkacaktır.
5-     O kişinin nefsi nefs tezkiyesine başlayacaktır.
6-     Fizik vücudu afetlere karşı güçlenecek ve Allah’a kul olmaya başlayacaktır.
7-     İrade de afetlere karşı güçlenecektir.
Zühtle birinci derecede alâkalı bir konu olduğu için, zikri ait olduğu yere oturtmak asıldır. Bir kişinin zahid olabilmesi, onun günlük zikrinin günün yarısını aşmasıyla mümkündür. İşte o noktaya kişinin nasıl geldiğini izah edebilelim ki züht noktasına ulaşalım. O kişi başlangıçta Allah'a ulaşmayı dilemiyordu, bütün negatif faktörler onun üzerindeydi. Sonra Allah'a ulaşmayı diledi. Kalbinde %2 rahmet nuru oluştuğu zaman hacet namazını kılan bu kişiye Allahû Tealâ mürşidini gösterdi. Kişi mürşidine ulaştı ve tâbiiyetini gerçekleştirdi.
Bu tâbiiyet sırasında Allahû Tealâ o kişinin kalbine îmân kelimesini yazar.
 
58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhıri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû  âbâehum ev ebnâehum ev ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), ulâike hizbullah(hizbullahi), e lâ inne hizballâhi humul muflihûn(muflihûne).          
Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden evvel Allah’a ulaşma gününe) îmân eden kavmi, Allah’a ve resûlüne karşı gelenlerle sevişir bulamazsın. Velev ki; onlar, babaları veya oğulları veya kardeşleri veya aynı aşiretten olsun. Onların kalplerine îmân yazılır. Ve onlar, Allah’ın katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (devrin imamının ruhunun başlarının üzerine yerleşmesi ile) desteklenirler ve altlarından ırmaklar akan cennetlere konurlar. Orada ebediyyen kalacaklardır. Allah onlardan razıdır, onlar da Allah’tan razıdırlar. İşte onlar, Allah taraftarıdırlar. Ve muhakkak ki; Allah, taraftarları kurtuluşa (felâha) erenlerdir.
 
“Onların kalplerinin içine îmân yazılır ve onların başlarının üzerine Allah’ın katından, Allah’ın emrinden ruh gönderilir.” diyor. Devrin imamının ruhu da o kişinin ruhuna geliyor ve “Senin Allah’a ulaşma günün geldi. Vücudu terk et.” diyor.
Ruh, Allah’a ulaşmak üzere vücudu terk ediyor ve devrin imamının dergâhına gidiyor. Orada yedi katlık bir yolculuğa çıkacak olan bütün ruhlarla beraber yola çıkıyor. Büyük grup 6 katı aşabilen, küçük grupsa 7. kata da ulaşabilenleri ihata ediyor. Bu iki grup insan ruhları, devrin imamının dergâhından her sabah namazı vakti yola çıkarlar. Sabah namazını dergâhta kılarlar ve sabah namazı bitince Allah’a doğru yola çıkarlar. Bunlardan bir kısmı 1. kata kadar çıkabilenlerdir. Onlar nefslerinin kalbinde %2 rahmetin ötesinde %7’ye kadar nur birikimi oluşanlardır. Kimin kalbinde %7 nur birikimi oluşmuşsa o kişi zemin kattan 1. kata kadar ruhunu yükseltmek imkânının sahibidir. Ruh 1. gök katına kadar ulaşır. O kişinin nefsinin kalbinde ilk defa %7 fazıl birikimi gerçekleşmiştir.
Allah’ın katından gelen rahmet, fazıl ve salâvât nurlarından fazıllar, îmân kelimesinin manyetik alanıyla ters manyetik alanın sahibidirler. Îmân kelimesi pozitif manyetik alan sahibidir, fazıllar negatif manyetik alanın sahibidir ve gelen fazıllar îmân kelimesinin üzerinden geçerken îmân kelimesi tarafından çekilirler; îmân kelimesine yapışırlar. Îmân kelimesinin etrafında böylece bir fazıl birikimi başlar. İşte bu fazıl birikimi 1, 2 derken %7’ye kadar ulaşır, ulaştığı zaman o kişinin ruhu vücudundan zaten çoktan ayrılmıştır ama 1. kata kadar çıkma yetkisini o zaman kazanır. O zamana kadar 1. ve diğer katlara çıkabilenler seyri sülûka yükselirken, o ruh yerde bekleyenlerin arasındaydı. Ne zaman fizik vücudun içindeki nefsin kalbinde %7 fazıl birikimi gerçekleşirse (o sırada %2 de rahmet nuru vardır), o zaman Nefs-i Emmaretahakkuk eder. Nefs-i Emmare, Yusuf Suresinin 53. âyet-i kerimesinde ifade ediliyor. Hz. Yusuf diyor ki:
 
12/YUSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun). 
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Çünkü nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir.). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen, rahmetiyle nefsleri tezkiye ve tasfiye edendir.)
 
Sadece Allah'a ulaşmayı dileyen kişilerde Allah’ın Rahîm esması tecelli eder ve kişi bu %2 rahmet nuru sebebiyle Rahîm esmasıyla tecelliye muhatap olmuştur. Bu tecellinin devamında ise ilk %7 nur birikimi ile ruhun 1. gök katına ulaşması söz konusudur. Kişinin kalbine başlangıçta %2 rahmet girmiştir. Bundan sonra hep fazıllar girecektir. %98 fazılla o kişinin nefsinin kalbi %100 nurlarla dolacaktır. Bu %2 rahmet girişi bir işaret taşır. O kişinin üzerinde Rahîm esmasının tecelli etmeye başladığını gösteren bir işarettir bu ve bir sembol olarak sadece %2 rahmet birikimi nefsin kalbinde gerçekleşir.
Sonra bu kişi zikir yapacaktır ve nefsin kalbine % 1, 2, 3, 4 derken %7 fazıl birikimi tahakkuk edecektir. Bu %7 fazıl birikimiyle o kişinin ruhu zemin kattan 1. gök katına kadar ulaşacaktır. Nefsin kalbinde %7 fazıl birikimi gerçekleşmiştir ve Nefs-i Emmare teşekkül etmiştir. Kişinin ruhu zemin kattan 1. gök katına yükselmiştir ve kişi zikir yapmaya daha üst seviyede devam eder.
İkinci bir %7 nur birikimiyle nefsin kalbinde %14 fazıl birikimi tahakkuk eder. Birinci %7’de o kişi Nefs-i Emmare’dedir. Yusuf Suresinin 53. âyet-i kerimesinde dizayn edilen bir muhtevayı kişi görür ve orada %2 rahmet birikimi ve %7 fazıl birikimiyle kişi Nefs-i Emmare’ye ulaşır, ruhu da birinci gök katındadır.
Yusuf Suresi 53. âyet-i kerimesini bir defa daha söyleyelim. Hz. Yusuf diyordu ki: “Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, Yarabbi ben nefsimi beraat ettiremem çünkü nefs şerri emreder ama Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği nefsler hariç.”
İşte Rahîm esmasıyla tecellinin rumuzu, %2 rahmet birikimidir. Ondan fazla rahmet birikimi oluşmaz. Bu bir işarettir, bir semboldür. Rahîm esmasının tecellisinin o kişide başladığını gösteren bir semboldür. Böylece bundan sonra kişi %7 nur birikimiyle yani fazıl birikimiyle Nefs-i Emmare’yi tamamlar. Nefs-i Emmare 1. gök katına çıkıldığını ifade eder. Ruh 1. gök katına ulaşmıştır. 1. gök katına kadar diğer ruhlarla beraber çıkacaktır. 1. gök katında açıkta yapılan secdeden sonra o ve beraberindekiler orada kalacak, öndekiler 2. gök katına çıkacaklardır.
İşte ikinci defa %7 fazıl birikimi, ruhların 2. gök katına çıkıp suvarılma havuzlarına ulaşmasını ifade eder. Burası Nefs-i Levvame’dir. Kişi nefsini kınamaktadır, suçlamaktadır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
75/KIYAME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh(levvâmeti).
Ve hayır, o levvame (kınayan, suçlanan) nefse yemin ederim.
 
Kişi günah işlemek istemiyor, yanlış yapmak istemiyor ama nefsinin afetlerine yenik düşüyor ve günahları hep ard arda işliyor. İşledikçe de, kendisine bu pis işleri yaptırdığı için nefsini kınıyor.
Sonra üçüncü defa %7 nur birikimi gerçekleşiyor: Nefs-i Mülhime. Kişi Allah’tan ilham almaya başlıyor.
 
91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Ona (o nefse), (Allah'ın) takvası ve (şeytanın) füccuru ilham edilir.
 
Allahû Tealâ: “Ona (o nefse) Allah'ın takvası ve şeytanın füccuru ilham edilir.” diyor. Burada kişi ilham almaya başlamıştır. Ruh 3. gök katındadır.
Bir dördüncü defa %7 nur birikimi gerçekleşiyor: Nefs-iMutmainne. Nefs-i Mutmainne’de kişi doyuma ulaşıyor. Bu makam kişinin mutmain olmasını ifade ediyor. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
13/RAD-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu).
Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah'ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak; Allah'ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?
 
Allahû Tealâ: “Kalpler ancak; Allah'ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?” diyor. Demek ki bir nefsin kalbinin mutmain noktasına ulaşabilmesi, mutmain olabilmesi şarta bağlı. Ancak o kişinin kalbinde dört defa %7 nur birikimi gerçekleşirse ruh 4. kata çıkar ve burası Nefs-i Mutmainne’dir. Nefsi doyuma ulaşmıştır. Emmare kademesinde ruh 1. gök katına, Levvame kademesinde 2. gök katına, Mülhime kademesinde 3. gök katına, Mutmainne kademesinde 4. gök katına ulaşır.
Bir defa daha %7 fazıl birikimi ile ruh 5. gök katına ulaşır: Nefs-i Radiye. Bir daha %7 nur birikimi ile 6. gök katına ulaşır: Nefs-i Mardiyye. Radiye bizim Allah’tan razı olmamızı, Mardiyye de Allah’ın bizden razı olduğunu gösterir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
89/FECR-27:  Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).             
Ey mutmain olan nefs!
89/FECR-28: İrciî  ilâ  rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Allah’tan razı ol ve Allah’ın rızasını kazan. (Ey ruh!) Allah’a (Rabbine) geri dönerek ulaş.
89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.                                                                    
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah’a ulaştırdığın zaman), (Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.
89/FECR-30: Vedhulî cennetî.                                                             
Ve cennetime gir.
 
Allahû Tealâ nefse diyor ki: “Ey mutmain olan nefs, Allah’tan razı ol ve Allah’ın rızasını kazan.” Sonra ruha “İrciî ilâ  rabbiki: Rabbine geri dön, Rabbine ulaş.” diyor. Ruh Allahû Tealâ’ya nasıl ulaşacak? “Radiyeden mardiyye” Yani, nefsin Allah’tan razı olması ve Allah’ın rızasını kazanması yoluyla ruh Allah’a ulaşacak.
Allahû Tealâ fizik vücuda; “Fedhulî fî ibâdî” diyor. “O zaman sen de kullarımın arasına gir.” “Vedhulî cennetî” ve “Cennetime gir.” diyor. Buradaki Allah’ın dizaynında; Allah’a ulaşan, Allah’a ermiş bir kişi ruhu söz konusudur ve o kişinin fizik vücudu da Allah’a kul olacaktır.
Buradaki muhtevaya baktığımız zaman artık ruhun 6 tane gök katını aşıp 7. gök katına geldiğini görüyoruz. Ruh ve 7. gök katı için Allahû Tealâ şunu söylüyor:
 
35/FATIR-18: Ve  lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ hımlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihi), ve ilallâhil masîr(masîru).
Yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner ulaşır).
 
Allahû Tealâ: “Kim nefsini tezkiye ederse, kendisi için tezkiye olmuştur.” diyor. Neden? Çünkü ruh ezelde Allahû Tealâ’ya, Allah’a ulaşacağına dair misak verdiğinde, nefs de Allahû Tealâ’ya tezkiye olacağına dair yemin vermiştir. Ve işte burada nefs Allah’a verdiği yemini yerine getiriyor. Tezkiye olma işlemini tamamlıyor. Yedi defa %7 fazıl (%49 eder) + %2’de rahmet birikimiyle, o kişinin nefsinin kalbi başlangıçta sıfır nur ihtiva ederken, bu noktada %51 nur ihtiva etmeye başlamıştır.
Bu noktadan itibaren artık nurlar karanlıklara hâkimdir. Başlangıçta o nefsin kalbinin içinde hiç nur yokken şimdi nurlar nefsin kalbinde çoğunluğu ele geçirmiştir. Şeytan sadece afetlere tesir edebileceği için, afetler %49 kaldığı cihetle, şeytanın o kişinin üzerindeki hâkimiyet alanı %100’den %49’a düşmüştür. Burası bir dönüm noktasıdır. Burada ruh Allah’a ulaşır. Allahû Tealâ: “Nefsini tezkiye eden kişinin ruhu Allah’a ulaşır, Allah’a seyreder, Allah’a geri döner.” diyor.
Ruh Allah’a ulaşmıştır. Allah’ın Zat’ına ulaşan ruh, Allah’ın Zat’ında yok olur. Burada velâyet makamları başlar. Bu noktada o kişinin nefsinin kalbinde %49 fazıl + %2 rahmet = %51 nur birikimi vardır. Bu noktadan sonra yani bu yok oluştan itibaren nefsin kalbindeki nurlar hızla artmaya devam eder.
Fena makamı, beka makamı ve züht makamı söz konusu olacaktır. Konumuz olan züht; velâyet makamlarının üçüncüsüdür. Birinci velâyet makamı fenâfillâh makamıdır. Fenâ, fani olmak, yok olmak demektir. Fî, içinde demektir. Fenâfillâh, Allah’ın Zat’ında ruhun yok olması anlamındadır.
Şimdi tekrar Secde Suresinin 9. âyet-i kerimesine dönelim. Ne diyordu Allahû Tealâ?
 
32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve onu (onun nefsinin kalbine) sem’î (kalbin işitme hassası), basar (kalbin görme hassası) ve fuad (kalbin idrak etme hassası) hassalarına (sahip) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
 
Allahû Tealâ “Biz insana ruhumuzdan üfürdük.” diyordu ve Muzemmil Suresi 8. âyet-i kerimesinde de bu ruhu geri istediğini söylüyordu:
 
73/MUZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
Rabbinin (Allah'ın) ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek O'na (Allah'a) dön (ulaş, vasıl ol).
 
Yani Allahû Tealâ’ya ruhun ulaşmasının ancak Allah’ın zikriyle mümkün olduğunu Allahû Tealâ burada ifade ediyor. İşte biz de size onu anlattık. Başlangıçtaki %2 rahmet ve ondan sonraki yedi kademenin her birinde %7 fazıl birikimiyle kişinin nefsinin kalbinde oluşan toplam %51 nurla, ruhun Allah’ın Zat’ına ulaşması söz konusu oluyordu. Ruhun Allah’ın Zat’ına ulaşmasından sonra kişi daha çok zikrediyor ve Allah’ın Zat’ında ruh yok oluyor, fani oluyor. Allah’ın Zat’ına Allah’a ait olan ruh, emanet geri dönüyor. Farz mı? Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
4/NİSA-58: İnnallâhe ye'murukum en tûeddul emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli). İnnallâhe niımmâ yaızukum bih(bihî). İnnallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).
Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi emreder. İnsanlar arasında hakemlik ettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, işiten ve görendir.
 
“Allah emanetleri, o emanetlerin sahibine yani Allah’a iade etmenizi, tevdi etmenizi, ulaştırmanızı emreder.” diyor. Ve ruh Allah’a ulaşıyor, Allah’ın Zat’ında yok oluyor. Emanet emanetin sahibine iade ediliyor. Bunun Nisa Suresinin 58. âyet-i kerimesinde üzerimize farz olduğunu gördük. Allahû Tealâ emanetlerin sahibine iade edilmesini üzerimize farz kılıyor.
Bu konuda Allahû Tealâ bir başka âyetinde ruhun Allah’a firar etmesini emrediyor “Allah’a firar et.” diyor. Firar etmek; kaçmak, sığınmak anlamındadır.
 
51/ZARİYAT-50: Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).
Öyleyse Allah'a kaç (Allah'a ulaş, Allah'a sığın). Muhakkak ki ben, sizin için (ondan), apaçık bir uyarıcıyım.
 
Zariyat-50, bize gene ruhumuzun Allah’a ulaşmasının farz olduğunu anlatıyor. Allah’a ruhumuzun geri dönüşünün bir emir olduğunu, Allahû Tealâ bir başka âyet-i kerimede daha ifade ederek bir defa daha bize farziyet veriyor:
 
13/RAD-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb (hisâbi).
Ve onlar, Allah'ın (ölümden evvel), Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O'na (Allah'a) ulaştırırlar. Ve Rab'lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
 
İşte Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şey ruhumuzdur. Ruhumuzun Allah’a ulaştırılması üzerimize farz kılınmıştır ve ruhumuz Allah’ın Zat’ına ulaşmış, sonra da Allah’ın Zat’ında yok olmuştur. Burada nefsin kalbindeki nurlar %51’den 61’e kadar artacaktır. Ne zaman o kişinin nefsinin kalbindeki nurlar %61’e ulaşırsa o kişi velâyetin ikinci makamı olan beka makamının sahibi olur. Bekabillah, Allah ile birlikte baki olmak yani Allah’ın huzurunda baki olmak anlamındadır. Bu kişilere En’am Suresinin 127. âyet-i kerimesi gereğince Allah’ın katında bir taht verilir:
 
6/EN’AM-127: Lehum dârus selâmi inde rabbihim ve huve veliyyuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Rab’lerinin katında onlar için selâm yurdu (teslim yurdu) vardır. Yapmış olduklarından dolayı, O (Allah), onların dostudur.
 
Allahû Tealâ “Onlara Allah’ın katında, Allah’ın indinde teslim yurdu vardır.” diyor. Yani onlar tahtlar üzerinde otururlar diye buyuruyor. Burada nefsin kalbinde ki nurlar %61’de itibaren yükselmeye başlar. Bu kişinin kalbindeki nurların, o kişi ne kadar çok zikir ederse etsin zikir günün yarısını aşmadıkça %71’i aşması mümkün olmaz. Kişi zikrini arttırır, zikri %71’e kadar çıkar ama zikir günün yarısını aşmadıkça o kişinin nefsinin kalbindeki nur %71’i aşamaz, %72 olamaz. Ne zaman o kişi 24 saatlik bir zaman parçası içersinde Allah’ı 12 saatten daha fazla her gün zikretmeye başlarsa, o kişi zahid olmuştur.
Zahid olan insan birçoğunun zannettiği gibi bir lokma, bir hırkayla idare etmesi lâzım gelen bir kişi değildir. Allahû Tealâ bunu emretmiyor. Allah: “İnsan için çalışmasından başka bir şey yoktur. Biz insanları para kazanmaları açısından tafdil ederiz. Bir kısmını başkalarından çok daha fazla para kazanacak imkânlara ulaştırırız. O çok kazananlar işyeri açsınlar da çalışamayanlar, paraları olmadığı için iş yeri açamayanlar orada çalışsınlar diye.” diyor.
Öyleyse Allahû Tealâ hiç kimsenin sıkıntı içersinde bir hayat geçirmesini arzu etmiyor. Yani Kur’ân-ı Kerim’de emredilen şey bir lokma, bir hırka değildir. Kur’ân-ı Kerim insanlara çalışmayı yükler, “İnsan için çalışmasından başka bir şey yoktur.” der. Zikri öğütler, bütün insanların daimî zikre ulaşmasını hedef gösterir.
Şimdi biz insanlara “Allahû Tealâ’nın emri hepinizin daimî zikre ulaşmasıdır.” dediğimiz zaman birtakım insanlar bize sordular; “Sen bize daimî zikir diyorsun. Allahû Tealâ da daimî zikir demiyor; ‘İnsan için çalışmasından başka bir şey yoktur.’ diyor.” Şimdi konunun esasına gelelim. Daimî zikrin sahipleri öyle bir zikrin sahipleridir ki; onlar her işi yaparlar ama yaparlarken de kalpleri devamlı Allah kelimesini tekrar eder. Onlar da içlerindeki bu sesi duyarlar, iç sesleriyle bunu tekrar ederler. Dışarıdakiler bunu hissetmezler. İşte bu zikir daimî zikirdir. Bu daimî zikrin sahibi olan kişi başka işleri yapmakta hiçbir sıkıntı çekmez. Devamlı olarak kalbinin her çift atışında içindeki sesin “Allah, Allah, Allah” dediğini duyar ama bu onun işini yapmasına mâni değildir. Elinde 24 saat tespih yoktur ama kişi Allahû Tealâ tarafından daimî zikre ulaştırılmıştır.
Öyleyse şimdi zikre bakalım. Zikir farz mıdır? Muzemmil-8’de gördük ki farzdır. Bu zikir seviyesi 33 bin zikirdir. Bir günde 33 bin zikre yükselen kişi ruhunu Allah’a ulaştırmıştır. Konunun normal standardı budur. Bazen biraz daha üst kademede de olabilir ama bu çevrelerde bir noktadadır. Kişinin ruhu Allah’a ulaşmıştır. Peki, günün yarısından daha fazla zikir yani kişiyi züht makamına ulaştıracak olan zikir farz mıdır? Evet, farzdır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
33/AHZAB-41: Yâ eyyuhellezîne âmenûzkurullâhe zikren kesîrâ(kesîren).                 
 Ey âmenû olanlar! Allah’ı çok zikirle (günün yarısından fazla) zikredin.
 
Buradaki âmenû oluş, ruhu Allah’a ulaştırma kademesindeki âmenû oluştur ve Allah’ın katında bir taht sahibi oluşun işaretini de taşımaktadır. Böyle olan insanlar için Allahû Tealâ diyor ki: “Ey âmenû olanlar, Allah’ı çok zikirle zikredin. Günün yarısından daha fazla zikredin.” İşte zühtün işareti budur. Ahzab Suresi 41. âyet-i kerime ile Allahû Tealâ çok zikri üzerimize farz kılmıştır. Bu, günün yarısından daha fazla zikir demektir. Her gün o kişi mutlaka 12 saatten daha fazla zikir edecektir. Fizik vücudun tesliminden evvel gelinmesi lâzım gereken makam budur; züht makamı. Bu makamın sahiplerine zahid adı verilir. Peki, geçelim bakalım bu işin daha ötesi var mı? Daimî zikir de mi farzdır? Evet, daimî zikir de farzdır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
4/NİSA-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma'nentum fe akîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu'minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Namazı bitirdiğinizde; ayaktayken, otururken ve yan üzeriyken (yan üstü yatarken) Allah'ı hep zikredin! Güvenliğe kavuştuğunuzda namazı erkânıyla kılın. Çünkü; namaz, mü'minlerin üzerine, vakitleri belirlenmiş bir farz olmuştur.
 
“Ayaktayken de, otururken de, yan üstü yatarken de Allah'ı zikret.” diyor Allahû Tealâ. Nisa-103 ile Allan bu konudaki farz emrini Kur’ân-ı Kerim’e koymuş. Bu âyet ile bütün insanların üzerine daimî zikir de farz kılınmıştır. Ama Ahzab Suresinin 41. âyet-i kerimesindeki zikir, zahidlerin zikridir. Neden kişi zahiddir, neden kişi züht sahibidir? Çünkü bu kişi her gün 12 saatten daha fazla zikrediyor. İşte bu kişinin zikri çok zikirdir.
Günün yarısından daha fazla zikrettiği için her gün kişi zamanının çoğunu zikirle geçirmeye başlamıştır. Buradaki zikrin başlangıç noktasında kalpteki nurların oranı %71’dir. %71’den sonra kişi zikrini giderek %71, 72, 73, 74, 75… diye arttıracaktır. Arttırdıkça günün %80’ninden daha fazlasında kişi zikrettiği zaman, %81 zikirle, kişinin nefsinin kalbinde %81 nur oluşur. Kimin kalbinde %81 nur oluşursa, o kişi zahid olmayı aşmıştır. Züht makamının muhtevası, kişinin nefsindeki nurlar itibariyle %71’le %81’in arasındaki makamdır. O kişi neye karşı zahiddir? Dünyaya karşı zahiddir. Şimdi Kur’ân-ı Kerim’deki züht âyetine bakalım. Bir tek âyet var zaten. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
12/YUSUF-20: Ve şerevhu bi semenin bahsin derâhime ma'dûdeh(ma'dûdetin), ve kânû fîhi minez zâhidîn(zâhidîne).                                                                                                                            
Ve onu (Yusuf'u), az bir fiyatla, birkaç dirheme sattılar. Çünkü; ona karşı zahidlerden idiler.
 
“Onlar Yusuf’a karşı zahiddiler. Bu sebeple Yusuf’u az bir para mukabilinde sattılar.” diyor. “Yusuf’u az bir bedele verdiler, çünkü ona karşı zahiddiler.” diyor Allahû Tealâ. Bu negatif züht, değer vermemek istikametindedir. Ama pozitif züht o kişinin Allah’a değer vermesinin ispat edilmesidir. Bunu kişi nasıl ispat edecektir? Her gün günün yarısından daha fazla Allahû Tealâ’yı zikredecek ki; kendisine değil Allah’a değer verdiğini her gün ispat etmesi mümkün olsun.
Zahid, fizik vücudunun teslimine merdiven dayamış olan kişidir. %81’i aştığı anda o kişi züht makamından kurtulur, fizik vücudun teslimine ulaşır. Fizik vücut tesliminin zahidin durumundan farkı nedir? Fizik vücudun tesliminde nefsin kalbinde hâlâ 19 afet vardır ama fizik vücut Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmeye başlar. Züht makamında fizik vücut Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmez, daha eksikleri vardır. Tamamlanmadık şeyler vardır ve kişinin fizik vücudu Allah’ın bütün emirlerine itaat etmez ve oran giderek küçülür. Yani Allah’ın emirlerine fizik vücudun itaat etmeme oranı küçülür, küçülür, küçülür. %70’den sonra züht makamı boyunca fizik vücudun Allah’ın emirlerine itaat etmeme oranı giderek küçülecektir ve öyle bir noktaya gelecektir ki; bir gün kişinin nefsinin kalbindeki nurlar %81’i bulacaktır. İşte o zaman fizik vücut Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özellik kazanır. Burası züht makamının bittiğini gösterir. Kişi zahid olmanın ötesine geçmiştir, muhsin olmuştur. Fizik vücudu Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özellik kazanmıştır ve o kişinin fizik vücudu muhsinlerden olur. Allahû Tealâ Nisa Suresinin 125. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
 
4/NİSA-125: Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).
O kişiden, vechi (fizik vücudu) dînde daha ahsen kim vardır? O kişi ki; vechini (fizik vücudunu) Allah’a teslim etmiş ve muhsinlerden olmuştur  ve hanif olarak Hz. İbrâhîm’in dînine tâbî olmuştur. Ve Allah, Hz.  İbrâhîm’i dost ittihaz etmiştir.
 
Burada nefsin kalbinde hâlâ %19 karanlık vardır, afet vardır ama bunlar fizik vücuda hiç tesir etmez. Mesele bunları %19’a kadar indirmektir. Bunun 1 fazlası %20 olduğu noktada züht makamı devam eder ve nefsin kalbindeki nurlar %80’e ulaşıncaya kadar kişi züht makamındadır. %80’i aşarsa %81 olursa kişi muhlis olmuştur. Fizik vücudunu Allah’a teslim etmiştir.
İşte zahid olma öyle bir makamdır ki kişinin zamanının %50’den fazlasını Allah için harcamaya başladığının kesin ispatını taşır. Artık o kişi için Allah kendisinden daha ötede bir önem taşır ve her gün, günün yarısından mutlaka daha fazla zikretmeye başlar. Sonra bu zikir giderek artacaktır.
 

 
 
  Bugün 12 ziyaretçi (182 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol