iSLaMFaN
  ULuL ELBaB
 

   İletişim: RuZGaR_BuLuT038@hotmail.com
 

RuZGaR_BuLuT

ULÛL’ELBAB
Kur’ân-ı Kerim’den kopan kavramlardan ulûl’elbab konusunda konuşmak üzere huzurlarınızdayız.
Ulûl, “sahipleri”, elbab da “lübbler” demektir. Ulûl’elbab; “lübblerin sahipleri” demektir. Lübb çift “b” ile yazılıyor. Beş duyumuzla ulaşamadığımız, onun daha ötesindeki bir şeylere sahip olan demektir. Gözlerinin ötesinde, kalp gözüne sahip olan bir kişi, kulakların ötesinde, kalp kulağına sahip olan bir kişi demektir. Allahû Tealâ’nın kendisine kalp gözüyle fiziğin ötesini gösterdiği kişidir. Allahû Tealâ’nın kendisine gösterdiklerini anlattığı ve kalp kulağına söylediği kişidir.
Kimler ulûl’elbab olabilir? Herkes olabilir. Ne zaman olur? Ruhunu, vechini ve nefsini Allah’a teslim ettiği zaman olur. Yani kaçıncı basamakta kişi ulûl’elbab olur? 26. basamakta ulûl’elbab yani lübblerin sahipleri olur. O noktada kişinin nefsinin kalbi, %98 fazl %2 rahmet olmak üzere %100 Allah’ın nurlarıyla dolmuştur. Kişinin kalbi tamamen nurlarla dolduğu için hiç afet kalmamıştır. Ulûl’elbab olan kişinin özellikleri şöyledir:
1-     Daimî zikrin sahibidir.
2-     Daimî zikrin sahibi olduğu için kalbinde hiç afet kalmamıştır.
3-     Kalp gözü Allahû Tealâ tarafından açılmıştır.
4-     Kalp kulağı da açılmıştır.
Bu 4 esas sebebe dayalı olarak, bunların neticesinde kişi:
1-        Ehli tezekkür olmuştur. Allah ile her zaman, her konuyu tezekkür etmek, müzakere etmek imkânının sahibidir.
2-        Ehli hayır olmuştur. Bu kişi daimî zikrin sahibidir. Hayır bize derecat kazandıran olaylardır. Bu kişi daimî zikrin sahibi olduğu için, her an, uykudayken de devamlı derecat kazanan birisidir. Daimî zikir her saniye bize derecat kazandıran bir müessesedir. Bu kişi de daimî zikrin sahibidir.
3-        Ehli hikmet olmuştur. Âyetlere baktığında, o âyetin Kur’ân-ı Kerim’deki 28 basamaktan hangisine ait olduğunu bir bakışta sezmesi sözkonusudur. Aynı zamanda böyle bir insan hâkim veya hakem olduğunda mutlaka Allah’tan sorarak karar vereceği için, adaleti mutlaka tahakkuk ettirir.
İşte ulûl’elbab budur. Bu standardın sahibi olan kişi ulûl’elbab’dır.
Öyleyse bir insan nasıl ulûl’elbab olur? Başlangıçta herkes kör, sağır ve dilsizdir. Ulûl’elbab olan kişi de başlangıçta öyledir, başlangıçta dalâlettedir. Bütün insanlar hayata kör, sağır ve dilsiz olarak başlarlar. İşte 28 basmaklık bir İslâm merdiveninde, basamakları birer birer geçip ulûl’elbab olunan noktaya birlikte gelelim.
1. basamak; olayları yaşıyoruz. Herkes yaşar. Cehenneme gidecek olanlar da cennete gidecek olanlar da olayları yaşar. Bu 1. basamaktayken ölmüş olan birisi Allahû Tealâ’nın cennetine giremez.
2. basamakta olayları yaşayanlar, olaylar karşısındaki tavırlarını ortaya koyarlar ve davranış biçimlerini sergilerler. Allahû Tealâ her yıl herkesi 2-3 defa musîbetlerle imtihan eder. Bu musîbetlerle imtihan etiği kişilerden sadece bir grup, musîbetler kendisine isabet edince Allahû Tealâ’ya: “Ben muhakkak ki Allah için yaratıldım, mutlaka Allah’a ulaşacağım.” diyenler ulûl’elbab olabilir. “Ben Allah için yaratıldım, mutlaka Allah’a ulaşacağım.” diyen kişi mutlaka 2. basamağı aşar ve 3. basamağa ulaşır. Çünkü o mutlaka Allah’a ulaşmayı dileyecektir.
Sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler 3. basamağa ulaşır. Onlar mutlaka Allahû Tealâ tarafından seçilmişlerdir. İnsanların %90’ından fazlası Allahû Tealâ tarafından seçilir ve seçilenlerden büyük bir kısmı, %90’ından fazlası, gene Allah’a ulaşmayı dilemezler. Ama küçük bir kısmı da Allah’a ulaşmayı dilerler. İşte Allah’a ulaşmayı dileyenler, onlar 3. basamağa ulaşırlar. 3. basamağa ulaşmak 7. basamağa ulaşmak anlamına gelir. Çünkü 4., 5., 6. ve 7. basamaklar birkaç saniye içinde teşekkül eder. Birkaç saniyelik bir işi biz herhalde dakikalarca anlatmak durumundayız.
Kişi Allah’a ulaşmayı diledi. Dilediği anda Allahû Tealâ bilir, işitir ve görür ve derhal Rahîm esmasıyla tecelli eder. Yusuf Suresinin 53. âyet-i kerimesinde Hz. Yusuf diyor ki:
 
12/YUSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun). 
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Çünkü nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret (günahları sevaba çeviren) edendir, Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen, rahmetiyle nefsleri tezkiye ve tasfiye eden).
 
Allah’ın Rahîm esması kimde tecelli eder? Sadece bir grup insanda tecelli eder. O insan Allah’a ulaşmayı, ruhunu ölmeden evvel Allah’a ulaştırmayı dilemiş olan bir insandır.
Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki, Allahû Tealâ bize bunları öğretti. Biz de sizlere öğretiyoruz. Bütün dileğimiz hepinizin ulûl’elbab olmanızdır.
İşte kişi Allah’a ulaşmayı diledi. Dilerse ne yapar? Allahû Tealâ derhal Rahîm esmasıyla tecelli eder. Burası 4. basamaktır.
Allah’ın Yusuf Suresinin 53. âyet-i kerimesi gereğince Rahîm esmasıyla tecelli etmesi ile ne olur? Bu tecelli kör, sağır ve dilsiz olan Allah’a ulaşmayı dileyen kişiyi, gören işiten ve idrak eden birisi haline getirir. Bu kör, sağır ve dilsiz dediğimiz insanlar aslında, gözleri gören, kulakları işiten, kalpleri de normal standartlarda anlayan insanlardır. Fakat devrin imamının söylediklerini işitemeyen kulakların sahiplerinin, devrin imamının söylediklerini idrak edemeyen kalplerin sahiplerinin, devrin imamını devrin imamı olarak görmeyen gözlerin sahiplerinin, gözlerini, kulaklarını ve kalplerini bir etkiyle etkiler.
Bu kişi o noktaya, Allah’a ulaşmayı dileyene kadar; devrin imamının, devrin imamı olduğunun farkında değildir. Söylediklerinin farkında değildir. İşitmez ve idrak edemez. Ama ne zaman o kişi Allah’a ulaşmayı dilerse, bu kadarcık dileğin sahibi olmak için yeterli idrakin sahibi olursa; bu Allah’a yeter. Çünkü Allahû Tealâ'nın sözü vardır: Kim Allah'a ulaşmayı dilemişse mutlaka Allah onu Kendisine ulaştıracaktır. (Şura-13)
Kişi Allah’a ulaşmayı dilediği anda Allah Rahîm esmasıyla tecelli eder ve o kişinin görmeyen gözlerini görür hale getirir. Görme hassasının üzerindeki gışavet adlı perdeyi alır. Kulaklarındaki vakrayı alır. İşitme hassasının mührünü açar. Kalplerindeki mührü açar. Kalplerindeki ekinneti alır. Yerine ihbat koyar. Ekinnet, idraki önleyen bir elektronik sistem, bir ilâhi kompitürdür. İhbatsa gene bir ilâhi kompitürdür fakat birincisi idraki önler, ikincisi idraki açar. Kişi o güne kadar irşad makamına karşı, devrin imamına karşı kör sağır ve dilsizken; o günden itibaren birdenbire onun sözlerinin mânâsına varmaya başlar. Onun söylediklerini kalbine indirir, idrak eder. O zaman gözleriyle de onu irşad makamının sahibi olarak görmeye başlar. İşte onlar işitenler, bilenler ve görenlerdir. Sadece Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı diledikleri için bunları açmıştır.
Allahû Tealâ ondan sonra ne yapıyor? Kişi bu noktaya kadar geldi. Allahû Tealâ Allah’a ulaşmayı dileyen kişiye bu 7 tane furkanı verirken, her birinde o kişiye öyle derecat kazandırıyor ki; bu 7 tane furkanı verirken bahşettiği dereceleri ardarda sıraladığı zaman, o kişinin bütün günahlarını örtüyor. Ne oldu? O kişi sevapları günahlarından fazla olan birisi oldu. Gideceği yer mutlaka Allah’ın cennetidir.
Kişi sadece Allah’a ulaşmayı diledi. Ama 1. kat cennettin de sahibi oldu. Sonra ne olur? Sonra, Allahû Tealâ 8. basamakta o kişinin kalbine ulaşır. 9. basamakta, Kaf Suresinin 33. âyet-i kerimesi gereğince, o kişinin kalbini öyle bir tesirle bir hüviyete sokar ki, o kişinin kalbi Allah’a döner:
 
50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi kalbin munîb(munîbin).
Kim gaybte (görmeden) Rahmân’a huşû duyarsa, (onun kalbine ulaşan Allah, o kişinin kalbini Kendine çevirir, bu sebeple) O’na dönük bir kalple (Allah’ın huzuruna) gelir.
 
“Allah onların kalplerini Allah’a çevirir. Onların kalpleri Allah'a çevrilir.”
Sonra Allahû Tealâ o kişini göğsünü yarar. Göğsünden kalbine bir nur yolu açar, 10. basamak. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
6/EN’AM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleki Allah, kimi O’na (Allah’a) ulaştırmayı dilerse onun göğsünü İslâm (Allah’a teslim) olması için yarar (göğsünden kalbine nur yolu açar). Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine pislik (azap, darlık, güçlük) verir.
 
O kişiyi teslime ulaştırmak için, o kişinin ruhunu, vechini ve nefsini Allah’a teslim etmesi için, böylece kişiyi bütün kademelerde daha üst seviyede İslâm yapmak için, Allahû Tealâ onların göğüslerini yarar. İslâm, teslim olan demektir.
Böylece göğsü yarılan bu kişi Allah’ı ziretmeye başlar; “Allah, Allah, Allah, Allah, Allah...” diye tesbihiyle Allah’ın ismini zikreder. Ne olur? Allah’a ulaşmayı dileyip de göğsü yarılmış, göğsünden kalbine nur yolu açılmış olan ve kalp şartları oluşturulmuş olan yani kalp kapısı Allah’a dönmüş olan bir kişide, Allah kelimesi bir sonuç hasıl eder. Allah’ın katından rahmetle fazl isimli iki nur o kişinin kalbine gelir, göğsündeki yarıktan geçerek kalbine ulaşır. Kişinin kalbine nur sızmaya başlar. Bu nur rahmet nurudur. Zumer Suresinin 22. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ: “O kişinin Allah’ın zikriyle kalbine gönderdiğimiz nur sebebiyle olan kalbinin durumuyla, göğsünü yararak göğsünden kalbine nur gönderdiğimiz kişinin kalbindeki nurla; kalbi kasiyet bağlamış, sertleşmiş ve kararmış olan bir insanın kalbi aynı değildir.” buyuruyor.
 
39/ZUMER-22: E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun  lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah’a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur. Allah’ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlettedirler.
 
Kişinin kalbideki nur, o kişi zikrini biraz arttırınca artar. Bu rahmet nuru %2’yi bulduğu zaman o kişi huşû sahibi olur. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
57/HADİD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fetâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Âmenû olanların kalplerinde, Allah’ın zikri ile (ve bu zikirle) Hakk’tan inen şeyle (nurla) huşûya ulaşmak zamanı gelmedi mi?Kendilerine kitap verilen ve sonra aradan uzun zaman geçen ve kalpleri kasiyet bağlayan kimseler gibi olmasınlar. Onların çoğu fasıklardır.
 
Kişi nefsinin kalbindeki %2 rahmet birikimiyle huşû sahibi olur. Huşû sahibi olan kişiye ise Allahû Tealâ mürşidini göstermeyi garanti eder.
Mürşid farzdır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
5/MAİDE-35:  Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler)! Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki;  siz  felâha erersiniz.
 
 “Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı takva sahibi olun. Sizi Allah’a ulaştıracak olan kişiyi Allah’tan isteyin.”
Mürşidi istemek hacet namazıyla olur ve Allahû Tealâ sadece huşû sahibi olanlara mürşidini gösterir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Fakat muhakkak ki bu (hacet namazı ile Allah’a ulaştıran mürşidi sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
 
2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarını ve (sonunda ölümle) mutlaka O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.
 
Mürşidi istemek zor bir iştir. Kimler için zordur. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişi yüzlerce defa hacet namazı kılsa hiçbir şey göremez, duyamaz. Ama Allah’a ulaşmayı dileyen kişiye Allahû Tealâ mutlaka mürşidini gösterir. Mürşidi gösterilecek olanların Allah’a ulaşmayı diledikleri kesin midir? Evet. Allahû Tealâ buyuruyor: “Bu büyük bir iştir, zor bir iştir. Onlara göstermeyiz. Ama hayattayken Allah’a mülâki olacaklarına kesin şekilde inananlar, onlar huşû sahipleridir, sadece onlara gösteririz.”
İşte Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişi hacet namazını kıldığı zaman Allah ona mürşidini gösterir; 13. basamak. 14. basamakta kişi gider mürşidine tâbî olur. Tâbî olduğu noktaya kadar kişi, Allahû Tealâ’dan 12 tane ihsan almıştır. Burada, mürşidine tâbî olduğu noktada da 7 tane ni’met alacaktır:
1-     Devrin imamının ruhu başının üzerine gelip yerleşecektir.
2-     Kalbinin içine îmân yazılacaktır. Allahû Tealâ buyuruyor:
 
 
 
58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yu’minûne billâhi vel yevmil âhıri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû  âbâehum ev ebnâehum ev ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), ulâike hizbullah(hizbullahi), e lâ inne hizballâhi humul muflihûn(muflihûne).          
Allah’a ve ahiret gününe (ölmeden evvel Allah’a ulaşma gününe) îmân eden kavmi, Allah’a ve resûlüne karşı gelenlerle sevişir bulamazsın. Velev ki; onlar, babaları veya oğulları veya kardeşleri veya aynı aşiretten olsun. Onların kalplerine îmân yazılır. Ve onlar, Allah’ın katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (devrin imamının ruhunun başlarının üzerine yerleşmesi ile) desteklenirler ve altlarından ırmaklar akan cennetlere konurlar. Orada ebediyyen kalacaklardır. Allah onlardan razıdır, onlar da Allah’tan razıdırlar. İşte onlar, Allah taraftarıdırlar. Ve muhakkak ki; Allah, taraftarları kurtuluşa (felâha) erenlerdir.
Allah onlardan razıdır, onlar da Allah’tan razıdırlar. İşte onlar, Allah taraftarıdırlar. Ve muhakkak ki; Allah, taraftarları kurtuluşa (felâha) erenlerdir.
 
“Onların kalplerinin içine îmânı yazarız ve üzerlerine Allah’ın katından ruh gönderilir.”
3- Devrin imamının ruhu o kişinin ruhuna; “Senin Allah’a mülâki olma günün, yevm’et telâkın geldi. Vücudu terk et, devrin imamının dergâhına ulaş.” emrini verir. Ruh evvelâ kime tâbî olmuşsa onun dergâhına gidecektir. Ondan sonra da devrin imamınnın dergâhına ulaşacaktır.
Bu size söylediklerimiz var ya, bunların hiçbirini bizim sevgili dîn adamlarımız, sevgili profesörlerimiz bilmezler. En azından “büyük kısmı” diyelim. Çünkü bir kısmının dikkatle takip ettiklerini, inceledikleri zaman söylediklerimizin hepsinin doğruluğunu öğrendiklerini ve buna kesinlikle inandıklarını da biliyoruz. Allahû Tealâ öyle söylüyor.
Rahmetli Abdülhakim Hazretlerine gelen bir general diyor ki: “Sen mürşid misin?” Abdülhakim Hazretleri eliyle yukarıyı gösteren bir işaretle: “O öyle söylüyor.” diyor.
Böyle bir dizaynda kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesi söz konusudur, devrin imamının ruhunun başının üzerine gelmesi sözkonusudur. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
40/MU'MİN-15: Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah'a ulaşmayı dilediği için Allah'ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah'a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah'ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
 
“Yevm’et telâk, Allah’a mülâki olma günü, ruhun Allah’a mülâki olmak üzere yola çıkma günü.” Devrin imamının ruhu, vaktin geldiğini ifade ediyor ve “Vücudu terk et.” diyor. O kişini ruhu vücudundan ayrılıyor. Hangi mürşide tâbî olmuşsa onun dergâhındaki diğer ruhların arasına katılıyor. Orada kısa bir kalıştan sonra devrin imamının dergâhındaki ruhların 10’arlık sıralamasına katılıyor. Her birinin önünde bir rahle var. Her birinde Kur’ân-ı Kerim var. Ruhlar Kur’ân-ı Kerim öğreniyorlar ve bir eğitimden geçiriliyorlar.
4- Furkan Suresinin 70. âyet-i kerimesi gereğince, o kişinin bütün günahları sevaba çevrilir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
 
 
 
25/FURKAN-70: İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen).
Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü’min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur’dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm’dir (rahmet gönderendir).
 
Allahû Tealâ: “Tâbî olup da mü’min olanlar, nefs tezkiyesine başlayanlar, onlar cehennneme gitmezler. Allah onların seyyiatlerini hasenata çevirir. (Allah onların günahlarını sevaba çevirir.)” buyuruyor.
Günahlar sevaba çevriliyor. Sonra o güne kadar Allahû Tealâ o kişiye 1 derecelik sevabına 10 katını verirken, o günden itibaren 100 katına çıkarıyor. Ruhu Allah’a doğru yaptığı yolculukta her gök katını aştıkça 100, 100 artıyor, 1’e 100’ken, 2. gök katında 1’e 200 oluyor. 3. gök katında 1’e 300 oluyor. 4., 5., 6., 7. katlarda 1’e 700’e kadar yükseliyor.
5- Bu kişinin nefsi nefs tezkiyesine başlıyor. Yani kişi “Allah, Allah, Allah,...” diye zikir yaptıkça Allah’ın katından gelen rahmetle fazl nurlarından fazıllar kalbe giriyor. Kalbin îmân kelimesi pozitif kutup, fazıllar da negatif kutbu oluşturuyor. Karşı iki kutup olması nedeniyle fazıllar, îmân kelimesinin etrafına gelince ona yapışıyor. Böylece fazıllar nefsin kalbindeki îmân kelimesine yapışarak kalbi işgal etmeye başlıyor. Bu, nurların kalbi işgalidir. Adı nefs tezkiyesidir. %2 rahmet nuru zaten o kişinin kabinde vardı. Ama îmân kelimesine yapışanlar rahmet nurları değil fazıllardır.
6- Fazılların nefsin kalbini doldurmasıyla, fizik vucut nefsin afetlerine karşı güçleniyor.
7- Fazıllar nefsin kalbini doldurmaya başlıyor ve bununla beraber o kişinin afetlere karşı iradesi güçleniyor. Çünkü fazıllar yerleşince nefsin %100 afetlerle kaplı olan kapkaranlık kalbi adım adım aydınlanmaya başlıyor.
O kişinin nefsinin kalbindeki nurlar ilk %7’ye ulaştığı zaman, ruh zemin kattan 1. gök katına ulaşıyor. Ruh, zemin kattaki ana dergâhtaydı. Oradan 1. gök katına ulaşıyor. Diğerleri 2., 3. katlara çıkıyor ama o sadece 1. kata, Nefs-i Emmare’ye kadar çıkabiliyor. (Yusuf Suresinin 53. âyet-i kerimesini söylemiştik.)
İkinci defa %7 nur birikimi; Nefs-i Levvame. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
75/KIYAME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh(levvâmeti).
Ve hayır, o levvame (kınayan, suçlanan) nefse yemin ederim.
 
‘Levm’ kınamak demektir. Kişi nefsini kınıyor. Ruhu 2. gök katındadır. Sonra kişi Allah’tan ilham almaya başlayacaktır. Ruhu 3. gök katına ulaşıyor; Nefs-i Mülhime. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Yemin ederim ki; o nefs, sevva edildi (7 kademede).
91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Ona (o nefse), (Allah'ın) takvası ve (şeytanın) füccuru ilham edilir.
91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.
Andolsun ki; nefsini tezkiye eden, felâha erer (cennete girer).
 
 
İlham kademesinden sonra 4. kademe; 4. gök katı; Nefs-i Mutmainne. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
13/RAD-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnulkulûb(kulûbu).
Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah’ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak; Allah’ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?
 
89/FECR-27: Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).
Ey mutmain olan nefs!
89/FECR-28: İrciî ilâ  rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
(Ey ruh!) Rabbine geri dön (erek ulaş). Allah’tan razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanarak.
 
Radiye kademesi 5. gök katını ifade eder. Kişi Allah’tan razı olmuştur. Mardiyye kademesi 6. gök katını ifade eder, ruh 6. kata ulaşmıştır. Nefsin kalbinde her bir katta %7 fazl birikimi oluyor. 5. defa %7 nur birikimi; Nefs-i Radiye, kişi Allah’tan razıdır. 6. defa %7 nur birikimi; Nefs-i Mardiyye, Allah da ondan razıdır. Radiye ve Mardiyye bu standartların kademesidir.
7. gök katında Nefs-i Tezkiye oluşuyor. Tezkiye kademesi için Allahû Tealâ’nın buyurduğu Fatır Suresinin 18. âyet-i kerimesi:
 
35/FATIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî), ve ilâllâhil masîr(masîru).
Yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi.
Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner ulaşır).
 
“ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihi), ve ilallâhil masîr: Kim nefsini tezkiye ederse o kişi bunu kendisi için yapmış olur.” Neden kendisi için yapmış olur? Çünkü ezelde o kişi Allah’a nefsini tezkiye edeceğine dair yemin vermiştir. İşte bu sebeple nefsini tezkiye eden kişinin, bunu kendisi için yaptığı ifade ediliyor. Allah “ve ilallâhil masîr; Allah’a döner.” diyor. O kişi hayattayken ruhu Allah’a ulaşır.
Nefs tezkiyesi nefsin kalbinin %49 fazl + %2 rahmetle dolduğu noktadır. Başlangıçta %100 afetlerle dolu olan, kapkaranlık olan kalp, bu noktadan itibaren %51 nurla kaplanmıştır. Yani başlangıçta nefsin kalbinde hiç fazl ve rahmet yokken, nefsin kalbi %100 afetlerle kaplıyken, şeytanın hâkimiyeti bütün nefsin kalbinde hüküm ferma iken, şimdi nefsin kalbinin %49’una şeytan tesir edebiliyor.
Şeytanın nefsin afetlerine tesir etmesi zor bir olay değildir. Neden değildir? Çünkü nefsin afetleri ona göre dizayn edilmiştir. Allah’ın yasak ettiği fiilleri işlemek isterler, emrettiklerini de işlemek istemezler. Şeytan da bu sebeple nefsin afetlerine dediğini yaptırmak için, ne telaşlanır ne de gayret sarfetmesi gereklidir. Sadece onları özendirir. O insanlar da nefsin afetlerini isteseler de istemeseler de harekete geçirirler. Talepleri olması gerekmez çünkü nefsin afetleri Allah’ın yasak ettiği fiilleri mutlaka işlemek isteyecektir. Şeytan onlara Allah’ın istemediği bir fiili özendirir veya Allah’ın emrettiği bir şeyi yapmasını istemez ve onun için de; “Yapmayın.” der. İnsanlar da nefsleri istemediği için yapmazlar.
İşte böyle bir dizaynda kişinin nefsinin kalbi %51 nurlarla dolmuştur. Kişinin ruhu Allah’a ulaşmıştır. Burası velayet kademesidir. Fenâ makamı burada tahakkuk eder. Kişinin ruhu Allah’ın Zat’ına ulaştığı zaman Allah’ın Zat’ında yok olur. Allah’ın Zat’ında ifna olma makamı, fenâ makamıdır. Allah’ın Zat’ının o kişinin ruhuna meab olduğu noktadır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisini Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah'a ulaşan kişiye Allah), meab (sığınak, melce) olur.
 
Burası evvab olma makamıdır, 22. basamağı ifade eder. Kişinin ruhu Allah’ın Zat’ına ulaşmış ve Allah’ın Zat’ında yok olmuştur. Kişinin nefsinin kalbi %51 nurla kaplanmıştır. Fenâ makamında nur %61’e kadar yükselecektir. Kişinin zikri %61’i aşarsa o zaman Allahû Tealâ o kişiye İndi İlâhi’de, Allahû Tealâ’nın huzurunda bir taht ihsan edecektir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
6/EN’AM-127: Lehum dârus selâmi inde rabbihim ve huve veliyyuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Rab’lerinin katında onlar için selâm yurdu (teslim yurdu) vardır. Yapmış olduklarından dolayı, O (Allah), onların dostudur.
 
“Onlara Allahû Tealâ’nın indinde taht ihsan edilir.”
Burası da beka makamıdır. %61’in ötesindeki nurlar burada oluşur. Sonra bu rakam o kişi zikrini günün yarısından öteye geçirmedikçe yani zühd sahibi olmadıkça %71’e ulaşamaz. Allahû Tealâ, Kur’ân-ı Kerim’de negatif zühdden bahsediyor. Yusuf Suresinin 20. âyet-i kerimesinde buyuruyor ki:
 
12/YUSUF-20: Ve şerevhu bi semenin bahsin derâhime ma’dûdeh(ma’dûdetin), ve kânû fîhi minez zâhidîn(zâhidîne).        
Ve onu (Yusuf’u), az bir fiyatla, birkaç dirheme sattılar. Çünkü; ona karşı zahidlerden idiler.
 
Yusuf’un birkaç dirheme satılması sözkonusu. Çünkü Yusuf’a karşı değer vermiyorlar.
Pozitif zühdde o kişi her gün 12 saaten fazla zikir yapıyor. Yani zikirsizliğe karşı zahid, dünyaya karşı zahid. Her gün kendisine ayırdığı zamandan daha fazla zamanı, Allah’ı günün yarısından daha fazla zikretmek suretiyle Allah’a ayırıyor. İşte bu makam zühd makamıdır. Bu noktada kişinin kalbindeki nurlar %71’i aşar ve artmaya devam eder.
Ne zaman %10 daha artar da nurlar %81’i bulursa, bu noktada o kişinin kalbinde hâlâ %19 afet vardır. Ama var olmasına rağmen, fizik vücut Allah’ın bütün emirlerini yerine getirmeye, yasak ettiği hiçbir fiili işlememeye başlar. %19 afeti kaale almaz. Onu adamdan saymaz. Tesir sahasını yok kabul eder. İşte burası fizik vücudun Allah’a teslimidir, fizik vücudun Allah’a teslim olduğu noktadır.
Allahû Tealâ bu noktaya kadar olan bütün hususları üzerimize farz kılmıştır. Allah’a ulaşmayı dilemek üzerimize farzdır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
 
30/RUM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönel (Allah’a ulaşmayı dile) ve böylece O’na (Allah’a karşı) takva sahibi ol ve namaz kıl ve müşriklerden olma.
 
Allahû Tealâ bütün sahâbenin takva sahibi olduğunu, hepsinin Allah’a ulaşmayı dilediğini söylüyor. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
39/ZUMER-17:Vellezînectenebût tâgûte en ya'budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinab ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar) çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
 
Allahû Tealâ “kullarım” diyor. Artık sahâbe taguta kul olmaktan kurtulmuşlar, Allah’ın kulu olmuşlardır, Allah’a ulaşmayı dilemişlerdir. Allah’a ulaşmayı dilemek farzdır ve bütün sahâbe dilemiştir.
Mürşide tâbiiyet, Maide Suresinin 35. âyet-i kerimesine göre farzdır ve bütütün sahâbe kâinatın en büyük mürşidine; Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olmuşlardır. İşte Allahû Tealâ Fetih Suresinin 10. âyet-i kerimesinde açık bir şekilde ifade buyuruyor ki:
 
48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihi), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbi oldukları zaman Allah’a tâbi olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardı. Kim (derecesini nâkısa) düşürürse, muhakkak ki o, nefsi sebebiyle (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için) derecesini nâkısa düşürmüştür. Kim de Allah’a olan ahdini yerine getirirse (ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini Allah’a teslim ederse), ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).
 
Bütün sahâbe ruhlarını Allah’a ulaştırmışlardır. Allahû Tealâ onların hepsinin hidayete erdiğini söylüyor. Hidayet insan ruhunun Allah’a ulaşmasıdır.
 
3/AL-İ İMRAN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve sizin dîninize tâbî olandan başka kimseye inanmayın. (Habibim) de ki: “Muhakkak ki HİDAYET, Allah’a ulaşmaktır. (İnsan ruhunun ölümden evvel Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin başka birine verilmesi (sebebiyle mi) veya Rabbinizin katında (sizlerle) tartışacakları için mi (böyle söylüyorsunuz)?” De ki: “Hiç şüphesiz fazl, Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, VÂSİ’un ALÎM’dir. (Allah herşeyi kuşatan ve herşeyi bilendir.)
 
 
 
İnne: Muhakkak ki.
Hudâ: Hidayet.
Hudallâhi: Allah’a ulaşmaktır.
 
18/KEHF-17: Ve tereş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minh(minhu), zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil  fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).
Ve güneşin, doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah’ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah’a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.
 
Allahû Tealâ:men yehdillâhu fe huvel muhted. Kim Allah’a ulaşırsa o zaman o kişi hidayete ermiştir.” buyuruyor. Öyleyse bütün sahâbe hidayete ermiştir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar (sahâbe), sözleri işitirler ve onların (sözlerin) ahsen olanına (Peygamber Efendimiz (S.A.V) tarafından söylenilenine) tâbî olurlar. İşte onlar, hidayete erenlerdir (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıranlardır). Ve onlar, ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleridir, nefslerini Allah’a teslim edenlerdir).
 
Bütün sahâbe hidayette ermiş, ruhlarını Allah’a ulaştırmışlardır.
Peki fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişler midir? Hepsi. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
3/AL-İ İMRAN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ  aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Eğer seninle tartışmaya kalkarlarsa, o zaman de ki: Ben ve bana tâbî olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah’a teslim ettik. O kitap verilenlere ve ÜMMÎ’lere de ki: “Siz de (fizik vücudunuzu Allah’a) teslim ettiniz mi?” Eğer teslim ettilerse o zaman (onlar) andolsun ki; hidayete ermişlerdir. Eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen (görev) ancak tebliğdir. Allah kullarını BASÎR’dir (görendir).
 
Bütün sahâbe fizik vücutlarını Allah’a teslim etmişlerdir. Peki farz mıdır? Allahû Tealâ farz olduğunu söylüyor. Şöyle buyuruyor:
 
36/YASİN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemoğulları! Ben sizden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), sizin için apaçık bir düşmandır.
 
36/YASİN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Bana kul olun! (İşte) bu, Sıratı Mustakîm’dir.
 
Allahû Tealâ: “Şeytan size apaçık düşmandır. Bana kul olmaksa, o Sıratı Mustakîm’dir.” buyuruyor. Öyleyse şeytan bütün insanlara apaçık bir düşmandır. Allahû Tealâ ‘Âdemoğulları’ dediği, Âdem (A.S)’ın sulbünden gelen fizik vücutlara açıkça söylüyor. “Bana teslim olun, Bana kul olun.” buyuruyor. Hepimiz Allah’a teslim olmakla vazifeliyiz. Bakıyoruz, bütün sahâbe Allah’a teslim olmuşlar, fizik vücutlarını teslim etmişlerdir. Hepsi bunu gerçekleştirmişlerdir.
Bundan sonra ne olur? Bundan sonra kişi daimî zikre ulaşmak için elinden gelen gayreti gösterir. Bu gerçekten dik bir yokuştur. Daimî zikre ulaşmak çok kolay bir konu değildir. Allahû Tealâ’nın yardımıyla gerçekleşecektir. Kişi gayretin sahibiyse, vazgeçmezse, ahd ederse,cehd ederse mutlaka hedefine ulaşır. Bütün sahâbe bu hedefe ulaşmışlar, ulûl’elbab olmuşlardır.
İşte ulûl’elbab makamına ulaştık. Her kim daimî zikre ulaşırsa onlar ulûl’elbabdır. Evvelâ ulûl’elbabın ne olduğuna bakalım. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
3/AL-İ İMRAN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Hiç şüphesiz; göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, elbette ulûl’elbab için nice deliller vardır.
 
3/AL-İ İMRAN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).             
O (Ulûl’elbab) ki; (lübblerin, Allah’ın sır hazinelerinin sahipleri), onlar ayakta iken, otururken ve yan üstü yatarken (hep) Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler. (Ve derler ki): “Ey Rabbimiz! Sen, bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Seni tesbih (tenzih) ederiz. Bizi, ateşin azabından koru.”
 
Yani her kim ayaktayken, otururken ve yan üstü vaziyette iken Allah’ı zikrediliyorsa, onlar daimî zikrin sahipleridir ve ulûl’elbabdır. Ulûl’elbab, daimi zikrin sahipleridir. Üzerimize farz mıdır? Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
4/NİSA-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma’nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu’minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Namazı bitirdiğinizde; ayaktayken, otururken ve yan üzeriyken (yan üstü yatarken) Allah’ı hep zikredin! Güvenliğe kavuştuğunuzda namazı erkânıyla kılın. Çünkü; namaz, mü’minlerin üzerine, vakitleri belirlenmiş bir farz olmuştur.
 
Allahû Tealâ: “Ayaktayken de otururken de yanüstü yatarken de hep Allah’ı zikredin.” buyuruyor. Daimî zikir üzerimize farz kılınmıştır. Gördük ki daimî zikrin sahipleri ulûl’elbab adını alıyor. Peki bütün sahâbe daimî zikrin sahibi olmuş mudur? Evet, bütün sahâbe ulûl’elbab olma şerefine ermişlerdir. Zumer Suresinin 18. âyet-i kerimesi bütün sahâbenin hidayete erdiğini söylüyordu. Ondan sonra da, bütün sahâbenin ulûl’elbab olduğunu da aynı âyet-i kerime ifade ediyordu. Daha sonra bütün sahâbe ulûl’elbab olmuşlardır.
Ulûl’elbab, lübblerin sahipleridir. Başlangıçta söylediğimiz özelliklerini bir kez daha anlatalım:
1-   Daimî zikrin sahibidir.
2-   Bu sebeple nefsinin kalbindeki bütün afetler yok olmuştur.
3-   Allah mutlaka kalp gözünü açmıştır.
4-   Allah mutlaka kalp kulağını da açmıştır.
Bu dört esas sebep onlara üç vasıf özelliği kazandırır:
1- Ehli tezekkür olmuşlardır. Allah ile her an konuşabilmek özelliğinin sahibidir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
 
21/ENBİYA-7: Ve mâ erselnâ kableke illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).   
Ve senden önce, vahyettiğimiz rical (erkekler) den başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline (daimî zikrin sahiplerine)  sorun.
 
2- Ehli hayır olmuşlardır. Daimî zikrin sahipleri oldukları için her an deracat kazanırlar. Uykudayken de deracat kazanırlar. Hem de her saniye başka insanlar 1’e 10 kazanıyorken veya tâbî olanlar 1’e 100 kazanırken, 200 kazanırken, bunlar 1’e 700 kazanırlar. Tâbî olmayanlar ibadet ettikleri zaman 10 katını kazanırken, bu kişi uykuda bile her saniye 1’e 700 kazanır. Bu sebeple;
3- Ehli hikmet olmuşlardır. Kur’ân-ı Kerim’in yalnız lafzını değil 7 tane ruhunu da öğrenmiş olan bir kişi söz konusudur. Ama burada Kur’ân-ı Kerim’in 7 ruhunu değil, 5. ruha kadarını öğrenirler. İhlâsta 6. ruh, salâhta da 7. ruh öğretilir. Bu kişi ehli hikmettir. Eğer o âyet Kur’ân-ı Kerim’deki 28 basamakla ilgiliyse, hangi âyete bakarsa o âyetin 28 basamaktan nereye ait olduğun bulur. Aynı zamanda bu kişi ehli hükümdür. İster hâkim olsun ister hakem olsun kararların verirken mutlaka Allah’a soracağı için, mutlak olarak fıskla, adaletle hükmeder.
Öyleyse ulûl’elbab birçok vasıfların sahibidir. Bakınız Allahû Tealâ Al-i İmran Suresinin 7. âyet-i kerimesinde ne diyor:
 
3/AL-İ İMRAN-7: Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmellezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlih(te’vîlihi), ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).”                                                 
O (Allah) ki; Kitab’I, sana O indirdi. O'ndan bir kısmı muhkem (mânâsı açık, yorum götürmez, şüphe kabul etmez) âyetlerdir ki; bunlar, (Levhi Mahfuz’daki) ümmülkitapta (yer alan açık ve kesin âyetler)dir. Diğerleri ise müteşabih (mânâsı kapalı, açıklama isteyen) âyetlerdir. Kalplerinde eğrilik (ve döneklik) bulunanlar, fitne çıkarmak ve (kendi yararına uygun) tevîlde (yorumda) bulunmak istedikleri için o (Kitab’)ın müteşabih olan kısmına uyarlar. Halbuki onların tevîlini, kimse bilmez ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olan RASİHUN (rüsuh sahipleri) ise derler ki: “O’na îmân ettik, hepsi de Rabbimiz katından (indirilme)dir.” Bunu kimse tezekkür edemez ancak ulûl'elbab tezekkür edebilir.
 
Sadece ulûl’elbab tezekkür edebilir. Neden? Çünkü sadece ulûl’elbab Allah’a sorar. Allahû Tealâ cevabını lütfederse, cevabı Allah’tan alır ve de konuyu A’dan Z’ye öğrenir.
Bundan 14 asır önce bütün sahâbe ulûl’elbab olma şerefine erdiler. Şimdi biz dîn adamlarımıza ulûl’elbab kelimesini söylediğimiz zaman, hiç kimse bu şöylediğimiz şeyleri bize anlatmak iktidarının sahibi değildir. Çünkü onlar Allah’tan dîn öğrenmediler. Sadece kendi hocalarının onlara öğrettiği, asırlardan beri yazılmış olan kitapları öğrendiler. Bu öğrenim Kur’ân’ı kapsamadığı için -kapsasaydı da zaten yalnız lafzını öğreneceklerdi- Kur’ân’ın ruhundan haberdar değiller.
Bir insanın ulûl’elbab olabilmesi ehli zikir olması demektir. Bilmeyenleri Allahû Tealâ neden ehli zikre sorduruyor? Çünkü ehli zikir kendiliğinden cevap vermeyecek, Allahû Tealâ’ya soracak, Allah’tan aldığı cevabı nakledecekdir.
Hapishane hayatımızı hatırladık. Orada herkesin problemi vardı. Soruyorlardı, biz de Allahû Tealâ’dan soruyorduk. Cevap alıp onlara iletiyorduk. Problemler birer birer çözüldükçe bize olan sevgi, saygı büyük ölçüde arttı. Gerçekten orada çok çok mutlu günler geçirdik. Herkesin saygısını, sevgisini kazandık. Bizi daha sonra çıktıklarında dışarıda görenler, elimizi öptükten sonra hep aynı şeyi söylemişlerdir: “Hocam, eğer biz hapse girmeden önce sizi görseydik hiç orada olur muyduk?”
     
 

 
 
  Bugün 14 ziyaretçi (194 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol