Kutlu Doğum
Hz. Peygamberin İnsan Sevgisi
Dr. Ekrem Keleş • Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı
‘Döndü mü vücuduyla dönerdi
Anlayamadılar, bir anlayabilselerdi’
Bir Yusuf Masalı/İsmet Özel
İnsanı eşref-i mahlukât = yaratılmışların en şereflisi olarak kabul eden bir anlayış ortaya koyan Hz. Peygamberin hayatı, insana verilen değerin en güzel örnekleriyle doludur. Onun hayatı bu yönüyle incelendiği zaman, insanlığın bugün şiddetle ihtiyaç duyduğu nice güzelliklerle karşılaşılır.
İnsanın en önemli özelliklerinden biri konuşmaktır. İnsan için kullanılan ‘Hayvanı nâtık’ tabiri, insanın görünürdeki bu en önemli özelliğini anlatmak içindir. Onun bu en önemli özelliğinin, yani konuşmanın belirgin hususiyetlerinden biri, konuşanın zihniyetini ve iç dünyasını yansıtmasıdır. Okuyabilenler için konuşma, bir insanın kişiliğini, zihniyetini, kültürünü ve birikimini hemen ele verir.
Hz. Peygamberin insanlarla konuşma biçimini nakledenler, onun karşısındakine büyük değer verdiğini, dinlediği kişiyi bütün dikkatiyle kulak vererek dinlediğini, karşıdakinin sözünü doğru anlaması için kelimeleri açık, net, sade ve anlaşılır biçimde kullandığını ve en önemlisi karşısındakine yanı veya arkası dönük olarak yahut da yalnız başını çevirerek konuşmadığını ifade etmektedirler. O, “...Birisine dönünce (sadece başını çevirmez) bütün vücuduyla dönerdi...” (Tirmizi, Menâkıb,
Hz. Ali (r.a.) Peygamber Efendimizi şöyle anlatmaktadır: “...İnsanların en iyi kalplisi, en cesuru ve en doğru sözlüsü idi. O ahlâk bakımından herkesten üstün, güzel ilişki yönüyle de herkesten daha geçimli idi. Onu aniden gören ondan heybet duyardı; onu tanıyarak beraber olan, kalpten severdi. Onu anlatan şöyle derdi: ‘Ben ne ondan önce ne de ondan sonra onun gibisini görmedim.’...” (Tirmizi, Menâkıb,
Hz. Peygamberi hanedanlardan, krallardan, hükümdarlardan farklı kılan tavırlardan biri, işte böylesi mütevazı tutum ve davranışları idi. Bir söylediğinin iki edilmeyeceği, tüm Arabistan’ın hakimi konumunda bulunduğu ve bütün milletin gönlünde taht kurduğu zaman da bu mütevazı Peygamber, çok sade bir hayatı tercih etmiş, âdeta toplumun en düşük standartlı hayatına sahip insanlarını ölçü alarak hareket etmiştir. Onların bu hayat standardı yükselmediği sürece, onlara yardım etmeyi sürdürmüş ve onlarla beraber aynı standardı paylaşmaya devam etmiştir. “Uhut dağı kadar altınım olsa, borcum olan miktar müstesna üç günden fazla yanımda kalmasını arzu etmem.” (Buhârî, Rikak 14) buyuran Hz. Peygamber, malın insan için olduğu bilincini ortaya koymuş ve fiili olarak kendileri hayatı boyunca asla mal biriktirip yığma yoluna gitmemiştir. Bu şekildeki uygulamaları ve tavırlarıyla insana öyle bir değer vermiştir ki, insan için bundan daha öte bir değer düşünmek mümkün değildir. Bu anlayışta insanın değeri ön plâna çıkarılmakta ve maddeye kul/köle olan yaklaşım yerle bir edilmektedir. Neticede ne başında taç bulunan hiçbir kral, ne insanlığa önderlik yapmış herhangi bir şahsiyet, ne bir şâir, ne bir yazar ve ne de gelmiş geçmiş herhangi bir insan... kendi eliyle yamadığı abasından başka bir mülkü olmayan bu zat kadar itaat görebilmiş ve sevilebilmiştir. Onun bu derece sevilmesinin temelindeki espri, ortaya koyduğu katıksız ve şaibesiz insan sevgisidir.
Peygamber Efendimizin ortaya koyduğu insana değer verme anlayışı, kendi ırkından ve kendi sınıfından olanları, kendi anlayışını benimseyenleri, kendi menfaatine hizmet edenleri veya kendi vatandaşlarını insan sayıp onlara insan olarak değer verdiği hâlde diğerlerini aynı değere lâyık görmeyen anlayışlardan çok farklıdır. Onun insana verdiği değer, bütün bunları aşarak insana insan olarak değer veren evrensel bir anlayıştır. İnsana verilecek değer konusunda önemli olan, bu hedefe ulaşabilmektir. Her insanın insan olarak dokunulmaz haklarını tanımak ve buna saygı gösterebilmektir.
İslâm’ın öğrettiği anlayışa göre bir insanı öldürmek, bütün insanlığı öldürmek gibidir. Bir insanı kurtarmak da bütün insanlığı kurtarmak gibidir. (Maide, 32)
Hz. Peygamberin en bariz vasıflarından biri samimiyetti. O, samimiyetsiz ortamlardan süzüle süzüle gelmişti. Yüce Allah onu cahiliye döneminin yaygın kirlerine bulaşmaktan korumuştu. Öyle ki, kavmi içinde en şahsiyetli, en ahlâklı, en şerefli, komşularına ve çevresine karşı en güzel davranışlar ortaya koyan, en halim, en doğru sözlü, kötülük ve çirkinliklerden en uzak bir konumda gelişip yetişmiştir. Nihayet toplumu onu el-Emin adıyla adlandırmıştı. (İbn Hişam, es-Siratu’n-Nebeviyye, Tahkik:Mustafa es-Seka ve diğ., Matbaatü Mustafa el-Bâbî el-Halebî, Mısır 1936, I/194)
İşte Cenab-ı Hakk’ın korumasında böyle bir ruhî temizlik ve esenlik içinde büyüdüğü için son derece samimi idi. Samimiyeti kuşanmayan insanın insanların yüreğine ulaşamayacağını, insanların yüreğiyle rabıta kuramayanın ise hem kendisinin hem de ilişkide bulunduğu insanların huzurunu sağlayamayacağını biliyordu.
İnsan sevgisi açısından bakıldığı zaman, gerek Kur’ân-ı Kerim’de gerek Hz. Peygamber (s.a.s.)in sünnetinde insana ve insani değerlere zarar verebilecek hususların son derece etkin bir üslûpla yasaklandığı görülür. “Müslüman, elinden ve dilinden insanların emin olduğu kimsedir.”(Buhârî, İman 5; Müslim, İman 64), “Sizin en iyiniz, kendisinden iyilik umulan ve kötülük gelmeyeceğinden emin olunandır. En kötünüz ise, kendisinden iyilik umulmayan ve kötülüğünün dokunmayacağından emin olunamayandır” (Tirmizi, Fiten, 62; Ahmed b. Hanbel, II/368).
Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş bulunan (Enbiya, 108) Rahmet Peygamberinin bu rahmetinin en önemli alanı, hiç şüphesiz insanı kapsamaktadır. Çünkü onun getirdiği risaletin muhatabı insandır. Kur’an, insanlar için indirilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) insanlara peygamber gönderilmiştir. İslâm’a göre insan yeryüzünde Allah’ın halifesidir. Bunun için Hz. Peygamber, insanlar arasındaki ilişkilerin temelini sevgi ve saygı üzerine kurmuştur. “Küçüklerimize merhamet ve sevgi, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.” (Tirmizi, el-Birr ve’s-Sıla, 15) buyuran Hz. Peygamber, insan sevgisini evrensel bir prensip olarak ilân etmiştir.
‘Dinlerdi, severdi halkı candan
Mazlûmu korurdu her ziyândan
Düşmüşleri kaldırırdı yerden
Saklardı yetimi her kederden’
Mustafa Fehmi Gerçeker
Eş Olarak
Hz. Muhammed
Yard. Doç. Dr. Öznur Özdoğan • Ankara Ü. İlâhiyat Fakültesi
“Kendilerinde huzur bulmanız için, kendi türünüzden eşler yaratması ve böylece aranızda derin bir sevgi ve şefkat varetmesi de Allah’ın varlığının delillerindendir. Bunda kuşkusuz düşünen insanlar için çıkarılması gereken dersler vardır.” (Rum, 21)
Hz. Muhammed bu ayetin içeriği olan ruh birlikteliğini yaşamıştır ve ailenin bir huzur yeri olduğunu belirterek. “En hayırlınız ailesi için hayırlı olandır, bana gelince, ben ailesi için en hayırlı olanınızım ifadesini dile getirmiştir. Enes b. Mâlik “ailesine Resulullah kadar şefkatli birini görmedim” demiştir.
Hz. Peygamber, hemşehrileri arasında iffetli, şerefli ve namuslu bir şahsiyet olarak tanınmaktadır. 25 yaşında iken, kendisinden yaşça büyük ve iki defa evlenip dul kalmış olan Hz. Hatice ile evlenmiş; onunla 25 yıl mutlu bir hayat geçirmiştir. Hz. Muhammed’in, Hz. Hatice ile beraberliğinde göze çarpan en önemli nokta, sıcak bir dostluk ve arkadaşlıktır. Hz. Hatice’nin vefat ettiği yılın, Hz.Peygamberin en çok üzüldüğü yıl “Hüzün Yılı” olarak anıldığını görmekteyiz. Hz. Muhammed onun sağlığında başka bir evlilik yapmamıştır. Hâlbuki o dönemin örf ve adetleri çok kadınla evliliğe uygundu. Hz. Hatice’nin vefatından sonra ona duyduğu yüksek sevgi ve saygı nedeniyle, yaklaşık 2,5 yıl yalnız ve bekâr olarak yaşadıktan sonra Sevde bint Zem’a ile evlenmiştir.
Kur’an-ı Kerim’de Yaradanımız, “Allah’ın Rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın insanlar etrafından dağılıp giderlerdi”(Âl-i İmran, 159) diyerek Hz Muhammed’i övmüş ve bizlere örnek göstermiştir. Aile içinde insanlar birbirlerine en yakın iletişimleri yaşarlar ve bu yakın iletişimde yumuşak huylu olmak, barış dolu, huzurlu bir aile hayatı için son derece önemlidir.
Hz. Muhammed’in özelliği söylediklerini yaşayan bir insan olmasıdır; “Faydasız ilimden Sana sığınırım" diyerek uygulamadığı, hayatına yansıtmadığı bilginin, yeterince önemli olmadığını vurgulamıştır.
Hayatın her alanında olduğu gibi aile hayatında da güven en önemli değerdir. Hz. Muhammed daha çocukluğunda hayatına yansıyan bir değer olan el-Emin ismiyle; güvenilir insan niteliğiyle, hayatındaki insanlara yüksek mutluluklar yaşatmıştır.
Hz. Muhammed bir insanla tokalaştığında önce karşı tarafın elini çekmesini beklemekte, sonra kendisi elini çekmekteydi. Burada karşısındakine şöyle muhteşem bir mesaj vermekteydi; sen beni bırakmadığın sürece ben her zaman senin yanındayım. Hayatında nice güzellikler sergileyen Hz. Muhammed’in insan ilişkilerindeki sorumluluk boyutuna verdiği bu önem özel hayatına da yansımıştır.
İlk vahiy aldığı zaman, içinde bulunduğu sıkıntılı durumu eşi ile paylaşmıştır. Hz. Hatice de hem kendisini teselli etmiş ve hem de onu konuya kesin çözüm bulacak ve doğru teşhis koyacak kişiye, Varaka b. Nevfel’e yönlendirmiştir. Bu olay Hz. Hatice’nin dirayetini, soğukkanlılığını ve isabetli karar verme yeteneğini ve eşine olan sonsuz güvenini mükemmel bir şekilde ortaya koymaktadır.
Hz. Peygamber evinde, zamanının bir kısmını ibadete, bir kısmını ailesine, diğer kısmını da kendisine olmak üzere üçe ayırırdı. Hz. Muhammed, insanlara, bildiğini anlatacağı ilk kişilerin aile fertleri olduğunu sergilemiştir. O, kendisine gelen heyetlere “ailenize dönün ve onlarla paylaşın, derdi. Onun bu yönünden en fazla faydalanan, eşi Hz. Ayşe olmuştur.
Hz. Peygamber çeşitli vesilelerle erkeklerin kadınlar üzerinde, kadınların da erkekler üzerinde hakları bulunduğunu söylemiştir. Kadınlar hakkında Allah’tan korkulmasını, onlara haksızlık yapılmamasını isteyerek Veda Hutbesinde “Ey insanlar! Sizin kadınlar üzerinde birtakım haklarınız vardır. Onlar sizin haklarınıza özen göstermelidirler. Onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Onlara karşı iyi davranınız. Eşlerinize şefkatle muamele ediniz…” demiştir.
Hz. Muhammed eşinin yaptığı bir işte ona hem yardım etmiş, hem de çalışma hayatında onu desteklemiştir. Eşinin yeteneklerini yaşamasına ve geliştirmesine katkıda bulunmuştur.
Aile hayatında huzuru sağlayan diğer bir önemli nokta da, eşlerin birbirlerine karşı gösterecekleri sevgi ve saygıdır. Hz. Muhammed birçok sözünde bunu dile getirmektedir:
“Size eşinize iyi davranmanızı tavsiye ediyorum…”
“Bir kimse eşine kin beslemesin, onun bir huyunu beğenmezse başka huyunu beğenir”.
İnsan toplumlarının en küçük ünitesi olan aile hayatının mutlu, huzurlu ve sevgi dolu olmasının, toplumsal barışı ve huzuru sağlayacağı gerçeği en güzel örnekleriyle Hz. Muhammed’in hayatında görülmektedir.
Hatice’nin goncası
Aişe’nin gülüydün
Ümmetinin göz bebeği
Göklerin Rasûlüydün...
Şefkati Yeniden
Üreten Peygamber
Doç. Dr. Yurdagül Mehmedoğlu • Marmara Ü. İlâhiyat Fakültesi
İnsanlara anlayış düzeylerinin gerektirdikleri biçimde hitap edilmesini öneren Peygamberimiz, muhataplarının anlayış seviyesini, yaş ve meşguliyet alanlarını dikkate alarak din eğitimi yapıyordu. Bu anlayış içerisinde bir ömür süren Peygamberimizin çocuklarla ilgili bazı davranış ve tavsiyelerini ifade etmekte yarar vardır;
Bir adam, Peygamber efendimizin yanında oturuyordu. Bir ara adamın erkek çocuğu geldi. Adam çocuğu öpüp dizlerinin üzerine oturttu. Biraz sonra adamın bir de kız çocuğu geldi. Adam onu da yanına oturttu. Peygamberimiz adamı; niçin ikisini de bir tutmadın diye kınadı.
Başka bir gün, bir baba, Peygamberimizin yanına geldi. Beraberinde bir çocuğu vardı. Adam ikide bir de çocuğu kucağına alıyordu. Peygamber efendimiz adama:
-Sen ona acıyor musun? Dedi. Adam:
-Evet, dedi.
Peygamber efendimiz: İşte sen buna nasıl acıyorsan, Cenab-ı Allah, senin bu acımandan daha çok sana acır, buyurdu.
Bir gün Hz. Peygamberimiz minberde hutbe okurken küçük yaştaki Hz.Hüseyin, üzerinde uzun bir hırka ile mescide girdi. Ayağı takılıp yüz üstü yere düştü. Peygamber efendimiz onu yerden kaldırmak için hemen hutbesini kesip minberden indiyse de, onun indiğini gören ashab daha önce davranıp yerden kaldırdılar ve Peygamberimize getirip verdiler.
Rasulullah (s.a.s) namaz kılarken secdeye varınca, Hasan ve Hüseyin gelip sırtına binince, secdeyi uzattı. Oradakiler;
-Ya Rasulallah secdeyi uzatmış olmadınız mı? dediler. Peygamber efendimiz de:
-Oğlum sırtıma binince acele etmekten çekindim, şeklinde cevap verdi.
Peygamber efendimiz, yanında Ebu’l-As’ın kızı Umame olduğu hâlde yanımıza geldi. O hâlde namaz kılmaya başladı. Rükû ederken onu yere bırakıyor, kalktığı zaman onu da beraber kaldırıyordu.
Namaz gibi huşu gerektiren bir ibadet sırasında bile, Peygamberimizin çocuklara karşı duyduğu bu şefkat anlayışında, bütün insanlık için örnek alınması icâp eden yönler vardır.
Hz. Peygamber “Uzun kılmak niyetiyle namaza dururum, derken bir çocuk ağlaması işitir, annesine sıkıntı vermesin diye namazı kısa keserim” diyor. Peygamberimiz huzurunda geçen bir konuşmayı Hz. Ayşe naklediyor: ”Bir defasında bedevîlerden bir grup Rasulullah’ın huzuruna girdi. Bunlar bir münasebetle “Çocuklarınızı öper sever misiniz” dediler. Sahabiler evet dediler. Bedevîler, fakat Allah’a yemin olsun ki bizler öpüp - sevmeyiz, dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz “Eğer Allah sizin gönüllerinizden rahmet ve şefkati çıkarmışsa ben ne yapabilirim?” buyurdu.
Hz. Peygamberin, Kur’an’ın indirildiği toplumda, bir baba ve yetişkin bir insan olarak, yeniden ürettiği şefkat ve merhamet değeri ile, ahlâkın ve dinin özünü eylem olarak yorumlamaktadır. Bu yorum, hayatın ve duyguların sadece öğretilerek değil, yaşanarak oluşacağının altını kalın çizgilerle çizer.
‘Şimdi seni ananlar
Anıyor ağlar gibi...
Ey yetimler yetîmi
Ey garipler garîbi
Düşkünlerin kanadıydın
Yoksulların sahibi
Nerde kaldın ey Rasûl
Nerde kaldın ey Nebî?
Arif Nihat Asya
Hz. Peygamberin
Çocuk Sevgisi
Alemlere rahmet olarak gönderilmiş bulunan (Enbiya, 108) Peygamberimizin, merhametine en çok ihtiyacı olanların başında çocuklar gelmektedir. Onun getirdiği rahmet prensiplerinde, çocuklar için evrensel ilkeler ortaya konmuştur. Sonraki kuşakların çocukları için ise bu rahmet, değerinden hiçbir şey kaybetmeden ışık saçmaya devam etmektedir.
Hz. Peygamberin sîreti bir bakıma Kur’ânı Kerim’in canlı bir şekilde hayata geçirilmesini temsil etmektedir. Bu itibarla onun çocuklara karşı tutum ve davranışını Kur’an’dan ayrı olarak ele almak mümkün değildir. Bu sebeple Rasulullah’ın çocuk sevgisini, Kur’ânı Kerim’deki temel yaklaşımla birlikte ele almak gerekmektedir.
Kur’ânı Kerim’e göre insandaki çocuk sevgisi Allah’ın verdiği fıtrî yani yaratılıştan gelen bir sevgidir. (Âl- i İmrân, 14) Allah Rasulünde bu sevgi daha coşkundu. O hem bir insan olarak ve hem de Allah’ın elçisi olarak bu sevgisini kusursuz bir şekilde göstermiştir. (Bakınız: Dr. Ekrem Keleş. En Güzel Örneğin Çocuk Sevgisi, En Güzel Örnek Hz. Peygamber, TDV Yayını, Ankara 2003)
Peygamber Efendimiz çocukları çok severdi. Hayatı, çocuk sevgisini açık bir şekilde ortaya koyan örneklerle doludur.
O günkü toplumda yerleşmiş bulunan bir takım yanlış anlayış ve uygulamalara aldırmadan çocuklara selâm vererek, onların hâl ve hatırını sorarak, (Buhârî, Edeb, 81; Müslim, Selâm, 15) çeşitli tutum, davranış ve sözleriyle her fırsatta onlara karşı sevgi, merhamet ve şefkatini göstermiştir. (Bu konuda geniş bilgi için bakınız: Mehmet Emin Ay, Hz. Peygamber (s.a.s.) ve Çocuklar, Diyanet İlmi Dergi, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) - Özel Sayı - Ankara 2000, s.161-180; Dr. Ekrem Keleş, age)
Hz. Peygamber, bazen çocukların oyununa katılır, onlarla ilgilenir ve onları sevindirirdi. Çocuklar bu ilgiden çok hoşnut olur ve onun yolunu gözlerlerdi. (Bu örnekler için bk: Mehmet Emin Ay, agm; M.Yaşar Kandemir, Örnekleriyle İslâm Ahlâkı, Nesil Yayınları, İst.164 vd; İbrahim Canan, Hz. Peygamberin Sünnetinde Terbiye, Tuğra Neşriyat, İst,ty, s.150 vd)
Ebu'l-Müleyh’in anlattığına göre, sahabeden biri çocukluğunda Rasulullah ile yaşadığı bir hatırayı şöyle nakletmiştir: Ben Resûlullah'ın terkisinde idim. Hayvanın ayağı sürçtü. Ben, "Kör şeytan!" demiş bulundum. Bana: "Böyle söyleme, zira böyle söylersen, o büyür, hatta ev kadar olur ve "onu kendi gücümle yere attım!" der. Fakat sen: "Bismillah!” de. Çünkü böyle söylersen o küçülür ve sinek kadar olur." (Ebu Davud, Edeb 85) Burada Rasulullah’ın, anlayacağı bir dille çocuğun kötü sözler kullanmasını, sevgiye dayalı bir yöntemle nasıl düzelttiğinin güzel bir örneğini görmekteyiz.
Hz. Enes’in anlattığına göre, Hz. Peygamber, ona yapmaması gerektiği hâlde yaptığı bir iş için ‘Niye bunu böyle yaptın!’ veya yapması gerektiği hâlde yapmadığı bir şey için ‘Niye bunu yapmadın!’ şeklinde hiçbir sözlü uyarıda bulunmamış, bunun yerine onun model olarak alabileceği mükemmel bir ahlâkî yaşantı ortaya koymuş ve onun fiilen eğitimini sağlamıştır.(Müslim, Fezâil 5, Tecridi Sarih Tercemesi, 12/148)
Çocukta kendine güven duygusunu geliştiren hususlardan biri, ona hoşuna giden bir isimle seslenmektir. Rasulullah (s.a.s.) bu hususta eğitim pedagojisi açısında gerçekten son derece örnek uygulamalar ortaya koymuştur. O çocuklara ya hoşuna gidecek bir unvanla ya “Yavrucuğum” gibi şefkat ifade eden sözlerle yahut künye ifadeleriyle veya “kardeşimin oğlu” gibi yakınlığı ortaya koyan hitaplarla seslenir, böylece çocukların kalbini kazanırdı.
Çocuklar için sevgi, hem yaşadıkları çocukluk dönemi açısından hem de gelecekleri açısından önemlidir. Çocukluk dönemlerinde sevgiye yemek içmek kadar ihtiyaçları vardır. Gelecek açısından da sevgi çocuklar için önemlidir. Çünkü geleceğin büyükleri olan çocuklar, sevgi, saygı, yardımlaşma, sadakat, işbirliği, sorumluluk ve güven duygularını ancak yaşayarak öğrenebilirler. Bu duyguların sonradan olgunlaştırılması çok zordur. Çocuklar, bu nitelikleri öğütlerden daha ziyade fiilî örneklerden görerek kazanabilirler. Hz. Peygamberin hayatı bu açıdan incelendiği zaman kusursuz bir örnekle karşılaşılır. Rasulullah, yaşantısı ile ve güzel ahlâkı ile öyle güzel bir örnek tablo ortaya koymuştur ki bu tabloya tanık olan ve bu güzel örneği görerek yetişen çocuk sahabiler, tarihin kaydettiği en mükemmel ahlâka sahip nesli oluşturmuşlardır.
Rasulullah’ın çocuklara karşı sevgisi, kuru bir sevgiden ibaret değildi. O bu sevginin gereğini de yerine getirmiş, çocukların fiziken ve ruhen gelişimine, eğitim ve öğretimine büyük özen göstermiş ve bu hususta önemli talimatlar vermiştir. "Bir baba evladına iyi bir terbiyeden daha güzel bir miras bırakamaz" (Tirmizi, Birr, 33) buyurmuştur.
Savaşlarda çocukların öldürülmemesi hususunda özel uyarılarda bulunan Rasulullah’ın, savaşta öldürülen bir çocuktan dolayı defalarca üzüntüsünü dile getirdiği bilinmektedir.
Çocuk sevgisinde, yalnızca onun bu sevgi anlayışının hareket noktası olarak benimsenmesi, kapsayıcı bir sevgi anlayışı ortaya koyabilir. Bunun dışındaki çocuk sevgisi anlayışları, çocuk sevgisini yalnızca kendi çocuklarına hasretmek gibi eksik ve yanlış anlayışlara sürükleyebilir.
“Kim ergenlik çağına erişinceye kadar iki kızı yetiştirirse, kıyamet gününde o ve ben-bunu söylerken parmaklarını bir araya getirdi-şunlar gibi beraber olacağız.”(Tirmizi, Birr, 13)
"Kim ki kendisine kız çocuk verilir de onlara ihsanda bulunursa; onlar kendisine karşı ateşe perde olur." (Buhari, Zekât, 10) meâlindeki hadisler, ataerkil bir yapının hakim olduğu o dönem toplumunda çok önemli anlayış değişikliği meydana getirmiştir
Bu çerçevede Rasulullah (s.a.s.)’ın topluma emanet olan yetim çocuklarla ilgili emir ve tavsiyeleri büyük önem taşımaktadır. Hem konuya ilişkin ayetler hem de hadisler bu hususta önemli talimatlar vermektedir:
“Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş yemiş olurlar ve zaten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir.” (Nisa, 10)
“Öyleyse sakın yetimi ezme!”(Duha, 9) ayetleri ve:
Rasulullah, orta ve işaret parmağını birleştirerek “Yetimin bakım ve gözetimini üstlenenle ben, cennette şöyle yan yana olacağız.”. (Tirmizi, Birr, 14)
“Müslüman evleri içinde en hayırlısı, içinde yetime bakılan evdir; en kötüsü de içinde yetime kötülük yapılan evdir.” (İbn Mace, Edeb, 6)
“Kim Müslümanlar arasından bir yetimi yedirip içirirse, bağışlanmayacak günahı hariç, Allah onu elbette Cennete koyar.” (Tirmizi, Birr, 14) Meâlindeki hadisler, bu anlamda önemli mesajlar vermektedir.
Hz. Peygamberin çocuklarla ilişkileri ve onlara karşı davranışlarından günümüze yansıyan mesajlar, içinde yaşadığı şehirlerinin sokaklarında binlerce kimsesiz çocuğun dolaştığı günümüz insanı için daha bir anlamlıdır. “Çocukların, kendilerini çok seven Allah Rasulünü tanımaya herkesten daha çok hakları vardır. Onları bu haktan mahrum bırakmak, onlara karşı en büyük haksızlıktır. Bu sebeple Hz. Peygamber, çocukların dünyasında daha fazla yer almalıdır. Çünkü çocuklar, saf ve doğaldır. Bu saf ve doğal halleriyle Hz. Peygamberin katıksız, saf ve doğal sevgisini tanımalıdırlar. Sevmek ve sevilmek ihtiyacında olan bu temiz fıtratlar, temiz olanla olmayanı, güzel olanla çirkin olanı, doğal olanla yapmacık ve sahte olanı ayırt edebilmek için; temiz fıtratları kirletilmeden önce Hz. Peygamberi tanımalıdırlar. Tanımalıdırlar ki temiz fıtratlarını koruyabilsinler. Ancak günümüzde çocukların dünyasında Hz. Peygambere yeterince yer verilmediği gerçeği bütün açıklığıyla ortadadır. Hâfızalarını kültürümüze ve kendimize yabancı nice isimler ve kavramlarla doldurduğumuz çocuklarımızın, ahir zaman Peygamberini iyi tanımaya çok ihtiyaçları var.
Çocukları çok seven ve onlara büyük değer veren Hz. Peygamberin onlara yeterince anlatılmadığı bir dönemde, onun çocuklara karşı tutum, davranış, sevgi ve şefkatinin dile getirilmesi, gerçekten daha bir önem arz etmektedir.
Allah’ın kalplerine yerleştirdiği sevgi ve merhametle bütün canlılar, canlarını feda edecek kadar yavrularını severler. Yaratılmışların en şereflisi olan insan için de evlat, ciğer pâresidir. Ebeveynler, Allah’ın kalplerine yerleştirdiği bu sevgi ve şefkatin bir gereği olarak çocuklarını severler ve onlar için pek çok şey yapmak isterler. Hiç şüphesiz büyüklerin çocuklar için yapabilecekleri en büyük iyilik, onlara En Güzel Örneği güzelce tanıtmak olacaktır.”(Dr. Ekrem Keleş. En Güzel Örneğin Çocuk Sevgisi, En Güzel Örnek Hz. Peygamber, TDV Yayını, Ankara 2003 )
‘Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle’ (Furkân, 74 ) duasıyla...
Gel ey Muhammed bahardır...
Dudaklar ardında saklı
Âminlerimiz vardır!
Hacdan döner gibi gel
Mirâc’dan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır.’
Arif Nihat Asya
‘Gülşene gül-i rânâ, bağbâna cândır o,
Misilsiz bir ziyâdır, ufuksuz ummandır o
Cenâb-ı Kibriyâ’nın katında sultandır o
O ebed sevgilisiz mânâ bulur mu cihân?
Ona benzer cân katan câna, bulur mu cihân?’
Ahmed Efe
Hz. Peygamberin
Torunlarıyla İlişkisi
Prof. Dr. İbrahim Sarıçam • Ankara Ü. İlâhiyat Fakültesi
Bir Peygamber ve bir yönetici olarak Hz. Peygamberin genel olarak çocuklarla ilgilendiği, onların fiziksel ve ruhsal ihtiyaçları üzerinde titizlikle durduğu, can ve mal güvenlikleri başta olmak üzere tüm değerlerini koruma altına aldığı bilinmektedir. Hatta bu hususta müşrik, ehl-i kitap ve Müslüman çocuğu ayırımı dahi yapmadığı görülmektedir. Bunun yanısıra Hz. Peygamber bir baba olarak kendi çocuklarıyla, bir dede olarak da torunlarıyla ilişkilerinde örnek tavırlar sergilemiştir.
Hz. Peygamber’in torunları ve özellikle Hz. Hasan ve Hüseyin, bir çocuğun sürekli deneme ve öğrenme içerisinde bulunduğu bebeklik ve ilk çocukluk dönemlerini dedeleri ile birlikte geçirmişlerdir. Nitekim Hz. Peygamber vefat ettiğinde Hz. Hasan 7,5; Hz. Hüseyin de 6,5 yaşında bulunuyordu. Bu yaşlar, çocuklar için bir yönden de oyun çağını işaret eder.
Hz. Peygamber, Hz. Hasan ve Hüseyin’in doğumunun yedinci gününde sünnet ettirmiş ve ziyafet vermiştir.
Hz. Peygamber torunlarıyla ilişkilerinde, sevginin açığa vurulmasının göstergesi olan ve çocuğun sevgi deposu için önemli bulunan kucaklama, öpme ve dokunma gibi davranışlarda bulunurdu. Bir defasında o, torunu Hz. Hasan’ı öperken yanında oturan Akrâ’ b. Hâbis, “Siz çocukları öper misiniz? Benim on çocuğum var, hiçbirini öpmedim” der. Bunun üzerine Hz. Peygamber ona “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz” buyurur. (Buhârî, Edeb,18)
Hz. Peygamber, torunlarının isteklerini yerine getirirdi. Onlar için, çocuk açısından özellikle anlamlı olan bir işi yapmaktan geri durmazdı. Meselâ onlarla oyun oynardı; sırtına bindirip gezdirirdi. Onların seviyesine inerdi. Bir gün bir kişi Peygamberin, Hz. Hasan’ı omuzunda taşıdığını görünce “Çocuk! Ne güzel bir binite binmişsin!” der. Hz. Peygamber de “O da ne güzel binicidir!” karşılığını verir. (Tirmizi, Menâkıb, 31) Bu diyalogda kişinin amacı Hz. Peygamber’i övmektir. Ancak Hz. Peygamber ne adamı kırar, ne de çocuğun ikinci plâna itilmesine fırsat verir. Verdiği cevapla, çocuk dahi olsa, torununun onurunu korumaya özen gösterir.
Hz. Peygamber, torunlarına ilgiyi ibadet mahallinde ve ibadet esnasında bile ihmal etmemiştir. Torunları, bir çocuktan beklenen tabii davranışları sergilediğinde Hz. Peygamber, bunu hoşgörü ile karşılardı. Bir gün Hz. Hüseyin’i, sütannesi Ümmü’l-Fadl Hz. Peygamberin yanına getirir. Hz. Peygamber onu kucağına alıp sever. O esnada Hüseyin Hz. Peygamberin üzerine küçük abdestini yapar. Sütannesi buna kızarak çocuğu çimdikler. Bu davranışın sonunda çocuk ağlar. Bunun üzerine Hz. Peygamber “oğlumu ağlatmakla beni üzdün” der ve sonra üzerini su ile temizler. (İbn Sa’d, VIII, 278-279)
Bir gün Hz. Hasan’ın ağladığını duyan Hz. Peygamber buna dayanamaz ve Hz. Fâtıma’ya “Onun ağlamasına üzüldüğümü bilmiyor musun?” der.
Hz. Peygamber, torunlarına hediye verirdi. Çünkü hediye, sevgi ihtiyacını karşılamanın önemli davranış biçimlerinden biridir. Bir gün Hz. Peygamber elinde bir gerdanlık olduğu hâlde evine gelir. Gerdanlığı göstererek “Bunu içinizden en çok sevdiğim kimseye vereceğim” der. Herkes Hz. Aişe’ye vereceğini sanır. Fakat o, kızı Zeyneb’in kızı Lübâbe’ye verir.
O, torunları arasında hiçbir şekilde ayırım yapmamış, onların duygu ve heyecanlarını bastırma yoluna gitmemiş, kendilerine zaman ayırmış, ihtiyaçlarını ihmal etmemiş, bilâkis bunlar üzerine dikkatle eğilerek, ihtiyaçların sağlıklı bir şekilde karşılanmasına ve doyurulmasına çalışmıştır.
‘Ali ile Hasan, Hü